3 Temmuz 2025 Perşembe

Dijital-Analog Dönüştürücü (DAC) Nedir ve Kalitesini Belirleyen Etmenler Nelerdir?

Her ne kadar ben analog formatta tercih etsemde günümüzde müzik ve ses içeriklerinin büyük çoğunluğu dijital formatta üretilmekte ve tüketilmektedir. Ancak kulaklarımız sadece analog ses dalgalarını algılayabildiği için, dijital sesin analog sinyallere dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu dönüşümü sağlayan cihaza Dijital-Analog Dönüştürücü (Digital-to-Analog Converter) ya da kısa adıyla DAC denir.

RME ADI-2 DAC FS

DAC Nedir?

DAC, dijital olarak kaydedilmiş ses verilerini alarak bunları analog sinyallere dönüştüren bir donanım bileşenidir. Bu sayede hoparlörler veya kulaklıklar, dijital dosyada kayıtlı olan sesleri oynatabilir. DAC'ler, bilgisayarlarda, akıllı telefonlarda, müzik çalarlarda, ses arabirimlerinde ve yüksek kaliteli ses sistemlerinde bulunur.

DAC Kalitesini Belirleyen Faktörler

Bir DAC’in ses kalitesi, sadece kağıt üzerindeki teknik değerlerle değil, aynı zamanda tasarımı ve uygulama biçimiyle de belirlenir. İşte DAC kalitesini etkileyen başlıca unsurlar: 

1. Bir Derinliği ve Örnekleme Hızı (Bit Depth & Sample Rate)

  • Bit derinliği (örneğin: 16-bit, 24-bit, 32-bit): Her örneğin ne kadar ayrıntı taşıyabileceğini belirler. Daha yüksek bit derinliği, daha geniş dinamik aralık anlamına gelir.

  • Örnekleme hızı (örneğin: 44.1kHz, 96kHz, 192kHz): Saniyede kaç kez örnek alındığını belirtir. Teorik olarak daha yüksek örnekleme hızı, daha doğru ses üretimi sağlar.

Ancak, yüksek çözünürlük her zaman daha iyi ses anlamına gelmez; cihazın diğer bileşenleri ve dinleyicinin duyabileceği fark da önemlidir. 

2. Sinyal-Gürültü Oranı (SNR – Signal to Noise Ratio)

Sinyal ve istenmeyen gürültü arasındaki oranı ifade eder. Daha yüksek bir SNR değeri (örneğin 110 dB ve üzeri), daha temiz ve net bir ses anlamına gelir. 

3. Toplam Harmonik Bozulma (THD – Total Harmonic Distortion)

Bir DAC’in orijinal sinyali ne kadar bozduğunu gösteren ölçüdür. Düşük THD değeri, sinyale daha az bozulma eklendiğini ifade eder. THD genellikle %0.001 gibi çok küçük değerlerle ifade edilir. 

4. Analog Devre Kalitesi

Bir DAC’in dijital sinyali analog’a dönüştürdükten sonra geçtiği analog devrelerin kalitesi çok önemlidir. Kötü tasarlanmış bir analog çıkış, en iyi dijital işlemcileri bile boğabilir. Bu yüzden kondansatör yapısı gibi analog bileşenler büyük rol oynar. 

5. Saat (Clock) Kalitesi ve Jitter

"Dijital jitter", dijital sinyalin zamanlamasındaki mikroskobik hatalardır. Kalitesiz saat devreleri bu jitter’i artırarak sesin bozulmasına neden olabilir. Kaliteli DAC’ler genellikle düşük jitter'e sahip hassas saat devreleri kullanır. 

6. Güç Kaynağı

Kararlı ve temiz bir güç kaynağı, DAC'in performansını doğrudan etkiler. Gürültülü veya dengesiz güç kaynakları ses sinyaline parazit bulaştırabilir. 

Harici DAC’ler Neden Tercih Edilir?

Çoğu bilgisayar, telefon ve tabletin içinde dahili DAC bulunur. Ancak bu entegre çözümler genellikle düşük kaliteli analog devrelerle eşleştirildiğinden yüksek ses kalitesi sunamaz. Harici DAC’ler, daha kaliteli bileşenlere sahip olduklarından, ses deneyimini ciddi şekilde iyileştirebilir. 

Satın Alırken Dikkat Edilmesi Gerekenler:

  • Kulaklık/amp empedansı: Kulaklık ya da amfin yüksek empedanslıysa güçlü DAC/AMP tercih edilmeli.

  • Bağlantı türü: USB-C mi, optik mi? Kullanacağın cihazlarla uyumlu olmalı.

  • Taşınabilirlik: Seyahat ediyorsan pil ile çalışan taşınabilir DAC tercih etmelisin.

  • Müzik tarzı: Bazı DAC’ler daha sıcak, bazıları nötr ses karakterine sahiptir.  

Sonuç

Bir DAC'in kalitesi, sadece çözünürlük ve örnekleme hızı gibi sayısal verilerle değil; analog devre kalitesi, güç kaynağı, saat devresi gibi mühendislik detaylarıyla da belirlenir. Müzik dinlemeyi ciddi bir hobi olarak görenler veya profesyonel sesle uğraşanlar için kaliteli bir DAC, sistemin en kritik parçalarından biridir. 


3 Mayıs 2025 Cumartesi

3 Mayıs

 

Milli Şef İnönü döneminde yapılan gizli komünizm faaliyetlerinden rahatsız olan yazar, şair ve tarihçi Hüseyin Nihal Atsız dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu'na hitaben, dönemin Milli Eğitim Bakanı (Maarif Vekili)  Hasan Ali Yücel, yazar ve gazeteci Sabahattin Ali ve diğer bazı şahısları şikayet etmek üzere Orhun dergisinde 1 Mart 1944'te ve  bir ay sonra 1 Nisan 1944'te iki açık mektup yazar.

Yayımladığı iki “açık mektup”ta Atsız, II. Dünya Savaşının sonuna doğru Sovyetler Birliği’nin savaşı kazanma sürecine girmesi üzerine Türkiye’de artan komünist etkinliklerine dikkat çeker ve özellikle bunların eğitim alanında yapacağı yıkıcı etkileri açıklayarak, bu kötü gidişe bir “dur!” denilmesini ister. “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye” hitap eden mektuplarının ikincisinde Atsız, özellikle Millî Eğitim alanındaki komünist etkinliklerini ve faillerini ele alır, onları sırasıyla tanıtır ve yazısının sonunda o etkinlikleri destekleyen zamanın Milli Eğitim Bakanını istifaya davet eder.

Atsız’ın yayınladığı ikinci mektuptan sonra Sabahattin Âli, Nihal Atsız aleyhine hakaret davası açar. (1) 

26 Nisan 1944'de başlayan mahkemeye dönemin üniversite gençliği çok yoğun ilgi gösterir. Mahkeme heyeti duruşma salonuna zorlukla girer. Mahkeme 3 Mayıs 1944 gününe ertelenir.

3 Mayıs 1944 günü üniversite gençliği Nihal Atsız'a destek vermek amacıyla İstiklâl Marşı söyleyerek ve komünizm aleyhinde sloganlar atarak büyük bir gösteri düzenler. Mahkeme salonuna giremeyen gençler Ulus'a yürür.  O zaman Ulus'ta bulunan Başbakanlık binasına giderek Başbakan (Başvekil)  ile görüşmek isterler. Başbakan ile görüşemeyen gençler Anafartalara yönelir.  Dönemin hükümeti bu gösteriyi şiddetle bastırır. 3 Mayıs'taki gösterilere katılan gençler birer birer tespit edilip toplanır ve tutuklanır.

Sonraki günlerde devam eden duruşmalar da olaylı olur. 9 Mayıs’taki son duruşmada ise, Atsız 4 ay hapis ve 66 lira para cezasına mahkum olur. Ancak cezası tecil edilir.

Bu dava sonrası ülkede yayınlanan basın organlarında Türkçülük ve Turancılık karşıtı yazılar artar. Bakanlar Kurulu, 18 Mayıs 1944 günü, Anadolu Ajansı aracılığı ile bir “resmî tebliğ” yayımlar.  Milli Şef İnönü o yılın 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde Türkçüleri ve Türkçülüğü yargısız infaza tabi tutan bir nutuk verir. Milli Şef henüz soruşturma evresinde olan, haklarında bir dâvâ bile açılmamış bulunan kişileri peşin olarak mahkûm eder ve bütün suçları vatan ve milletlerini sevmek olan o genç insanları “fesatçı”, “vatan haini” olarak nitelendirir.

Mahkeme nedeniyle Ankara'da bulunan Atsız 9 Mayıs’ta, Reha Oğuz Türkkan’la birlikte tutuklanır.  Bu şekilde  kamuoyu bu konuda hazırlanırken ülke genelinde Türkçülerin evlerinde aramalar ve tutuklamalar başlar.  Çoğu Ankara ve İstanbul’da bulunan, yurdun değişik yerlerinde görevli olan veya yaşayan bazı kişiler de, ya Atsız’a mektup yazmış olmaları ya da Orhun dergisinin açtığı ankete katılmış bulunmaları bahane edilerek, tutuklanır.

Tutuklamalar sürerken nihayet 19 Mayıs günü tüm gazetelerde gizli bir Turancı örgütün ortaya çıkarıldığı haberi yayınlanacaktır. Tutklananlar o sırada sıkıyönetim uygulanmakta olan İstanbul'a götürülür.

Tutuklulardan sivil olanlar Sirkeci’deki, o yıllarda Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Hanı’na, asker olanlar ise o zaman İstanbul’un Tophane semtinde bulunan Askerî Cezaevine kapatılırlar.

Tutuklanan siviller Sansaryan Han'ın son katında bir yatağın ancak sığdığı hücrelerde bazen iki kişi kalma zorunda bırakılır. Tutukluyu Sansaryan Hanı’nın bodrum katındaki “mezarlık hücresi”nde konuk etmek uyğulanan diğer bir işkence şeklidir. Atsız bu beş hücreden birinde  bir hafta tutulmuş, bu sürede şapkası küf bağlamıştır.

Başka bir etkili işkence yöntemi, hoşa gitmeyen ifadeler veren ve/ya hazır yazılı ifadeleri imzalamayan tutukluları, “tabutluk” veya “mutena hücre” denilen, dik tutulan tabut biçim ve oylumundaki oyuklara tıkmaktır. Çatı katındaki bu hücrelere yola getirilmesi düşünülen tutuklu oraya ayakta olarak sokulur, kollarından ve bacaklarından zincirlerle bağlanarak duvara asılır, kapısı kapatıldıktan sonra tepedeki ışık yakılır, işkence edilen “pes” edinceye veya bayılıncaya kadar orada tutulur.

Türkçülerin bu tabutluklar da aç ve susuz, 48 saat kalanları veya orada birkaç kez konuk edilenleri vardır.  Türkçülerden o işkenceye, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Hamza Sadi Özbek ve Osman Yüksel lâyık görülmütür.

Dayak, falaka, küfür yaygın ikence türlerindendir. Bunlardan nasiplenen birçok Türkçü tutuklu vardır. Onların biri Sait Bilgiç, bir diğeri de Mehmet Külâhlıoğlu'dur. Hikmet Tanyu’ya uygulanan başka bir işkence, başına tabanca dayanarak yapılan tehditdir. İşkencelerden Prof. Dr. Zeki Velidî Togan’ın payına da verildiği hücreyi haşerelerden temizlemek düşer.

Tophane’deki Askerî Cezaevinde tutulan sanık adayları bu tür maddî işkencelere uğramazlar. Ancak bu cezaevinde de şartlar çok kötüdür.

Yapılan işkenceleri sorumlulardan mahkeme savcısı da mahkemede kabul etmiştir. Ayrıca, ‘Türkçülük Dâvâsı’nın ilk soruşturmaları sırasında 15 çeşit işkence uygulandığını belirleyen Hikmet Tanyu, uzun uğraşıları sonunda, işkence ve zulümlerin dâvâ konusu yapılmasını başararak bunları yapanların yargılanması yolunu açmış fakat işkenceciler, 1950 yılında Demokrat Parti iktidarının çıkardığı af kanunundan yararlanıp yargılanmaktan kurtulmuşlardır(!).

3 Mayıs 1944'de Ankara’da yapılan bu görkemli gösteri ve yürüyüş, Sovyetler Birliğinin II. Dünya Savaşını sonlandıran bir zafer kazanma yolunda ilerlemesi karşısında, o zamana kadar yürüttüğü Alman yanlısı politikaya yön değiştirme telâşına düşen Milli Şef ve emrindekilere iyi bir fırsat gibi görünmüştür.

Bu dönemde yayınlarında Türk dünyasına ilişkin yazı, yorum ve haberlere çokça yer veren Türkçüler, tutsak Türklerin büyük çokluğu işgalindeki topraklarda yaşayan Sovyetler Birliği yöneticilerini zaten tedirgin etmektedir. Türkçülük aleyhine bir kampanya açılması ve başlıca Türkçülerin tutuklanıp cezalandırılması, Sovyetlere yönelişe, yani SSCB’nin kandırılabilmesine (!) yarar diye düşünülmüştür.

Tarihimize “Turancılık” veya 'Türkçülük' davası olarak geçen dava İstanbul 1. Sıkıyönetim (Örfi İdare)  Mahkemesinde görülür. 7 Eylül 1944'de başlayan toplam 23 sanığın yargılandığı dava 65 oturum sürer ve 29 Mart 1945 Perşembe günü karar verilir. Verilen kararla 13 sanık beraat eder, aralarında Prof. Dr. Zeki Velidî Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Alparslan Türkeş'inde bulunduğu on sanığa 10 yıla kadar uzanan değişik hapis ve sürgün cezaları verilir.

Daha sonra dava Askerî Yargıtay’a taşınır. Yüksek Mahkeme 31 Ekim 1945 tarihinde İstanbul 1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nin bu kararını “usul ve esas yönünden” bozar ve davanın 2. Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmesini karar verilir. Bu karar, 26 Ekim 1945 günü, yıldırım telgrafı ile İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bildirilerek tutukluların hemen salıverilmesi sağlanır. Böylece, kimi Türkçüler için 1 yıl beş buçuk ay süren hapis ve zindan hayatı sona erer.

26 Ağustos 1946 tarihinde başlayan ikinci yargılama sonunda 31 Mart 1947 tarihinde bütün sanıklar beraat eder.

Bu sonuç, davayı “icat eden” ve onu Türkçülere zulüm için bir alet olarak kullananları, özellikle de Milli Şef İnönü’yü ve Milli Eğitim Bakanı (Maarif Vekili) Hasan Ali Yücel’i, hiç memnun etmemiştir. İnönü, bundan kaynaklanan kızgınlığını, bu karardan sonra yaptığı bir Askerî Yargıtay ziyaretinden, mahkemenin başkanı ve kendisinin kırk yıllık arkadaşı olan Orgeneral Ali Fuat Erden‘in odasına uğrama nezaketini göstermeden ayrılarak ortaya koyar. Zaten, Erden Paşa ile Askerî Yargıtayın öteki üyeleri Tümgeneral Kemal Alkan ve Tugğeneral İsmail Berkok, kısa süre sonra emekliye sevkedilirler.

Türkçülük Günü

3 Mayıs'ın ilk yıldönümü olan 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki Askerî Cezaevinde tutuklu bulunan bir grup Türkçü tarafından bu yıldönümü anılır. Daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle kutlanmaya devam edilir ve Türk milliyetçilerinin bir geleneği olarak “Türkçülük Günü” kutlanmaya devam eder.

03 Mayıs 1944 ve onu izleyen olaylar Türk milliyetçiliği tarihinin önemli kilometre taşlarından biridir. O günü izleyen günler ve yıllar, Türk milliyetçilerinin bir cehennem hayatı yaşamasına sebep olmuş ve 1949’a kadar süren bu devlet terörü günleri Türkçülük hareketinde yeni bir uyanışın ışığı durumuna dönüşmüştür. Türkçülük, Türk kamuoyu ve toplumu ile o gün yapılan gençlik yürüyüşü ve gösterisinde tanışmıştır.


Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Tarihler bin dokuz yüz kırk dördü gösterdi,
Atsızım Bozkurtlara buyruğu verdi,
Yiğitçe buyruğa gönül verdiler,
Alparslanlar, Kokanlar, Orkun, İdiller,
Yürüyün, yürüyün haydi yiğitler,
Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Büyük Türk Milleti senin bayramın.

Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik,
Sağlanırsa o zaman kurulur dirlik,
Yürü yiğit yürü bugün senin günündür,
Bugün düğün günün, bayram günündür,
3 Mayıs Türkçünün düğün günüdür,
Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Büyük Türk Milleti senin bayramın.


(1) Sabahattin Ali’nin, savcıya ve Konservatuar Müdürü Orhan Şaik Gökyay’a “Ben dâvâ açmayacaktım, Hasan-Âli bey böyle istedi” itirafında bulunmuştur. Ayrıca Sabahattin Aliyi bu konuda Ulus gazetesi başyazarı ve milletvekili Falih Rıfkı Atay’ın kışkırttığı da bilinir.

30 Nisan 2025 Çarşamba

Frekans Nedir? Audiophile Bakış Açısıyla Bas, Mid ve Tiz Frekanslar

Mükemmel sesin peşindeyseniz, frekansları anlamak kaçınılmazdır. Her ses sisteminde duyduğunuz müzik; basların gücü, orta frekansların doğallığı ve tizlerin ışıltısıyla hayat bulur. Bu yazıda bir audiophile gözüyle sesin üç temel bileşenini ele alıyoruz: Bas, Mid (Orta) ve Tiz frekanslar.

🔊 1. Bas Frekanslar (20 Hz – 250 Hz)

“Sadece duyduğun değil, hissettiğindir.”

Bas frekanslar müziğin temelidir. Derinliği, ağırlığı ve fiziksel gücü buradan gelir. İyi bir bas yalnızca güçlü değil, aynı zamanda detaylı ve kontrollü olmalıdır.

Bas alt kategorileri:

  • Sub-bas (20–60 Hz): Hissedilen, ama nadiren duyulan bölge. Müziğe derinlik katar.

  • Mid-bas (60–120 Hz): Davul vuruşları ve bas gitarın “vuruş” etkisi.

  • Üst bas (120–250 Hz): Müzikte sıcaklık ve dolgunluk sağlar.

🎯 İpucu: Sisteminizin bu frekanslara bozulmasız inebilmesi için hem ekipman hem de oda akustiğine dikkat edin.

🎙️ 2. Orta Frekanslar (250 Hz – 4 kHz)

“Müziğin ruhu burada yatar.”

Orta frekanslar, müziğin kalbidir. Vokal, gitar, piyano, yaylılar... Hepsi burada. Bir sistemin ne kadar doğal çaldığını anlamak için önce orta frekanslara bakılır.

Orta frekansın bölümleri:

  • Alt mid (250–500 Hz): Vokallerin ve enstrümanların dolgunluğu.

  • Merkez mid (500 Hz – 2 kHz): Netlik, şeffaflık ve ayrım burada.

  • Üst mid (2–4 kHz): Enstrümanların vuruş hissi ve detayları.

🎯 İpucu: Bu bölgeye yapılan fazla vurgu, sistemi yorucu hale getirebilir. Denge şart.

✨ 3. Tiz Frekanslar (4 kHz – 20 kHz)

“Detay burada gizli.”

Tizler, müziğin “hava”sını sağlar. Zil seslerinin ışıltısı, vokallerdeki nefes, ortamın ambiyansı... Tümü tiz frekanslarda gizlidir.

Tiz frekansın bölümleri:

  • Alt tiz (4–6 kHz): Ayrıntı ve netlik hissi.

  • Orta tiz (6–10 kHz): Şeffaflık ve doku.

  • Üst tiz (10–20 kHz): Ambiyans, genişlik, ferahlık.

🎯 İpucu: Çok fazla tiz, müziği parlak gösterse de uzun vadede kulak yorar. Dengeli tiz, detaylı ve keyiflidir.

🎼 Son Söz: Denge Her Şeydir

Gerçek bir audiophile deneyimi, frekanslar arasında uyum ile mümkündür. Sisteminiz ne kadar pahalı olursa olsun, bas, mid ve tiz arasında dengesizlik varsa, gerçek müzik keyfi kaçınılmaz olarak bozulur.

🔊 Unutmayın:

“Mesele sadece duymak değil; anlamak, hissetmek ve müzikle bağ kurmak.”