
Milli Şef İnönü döneminde yapılan gizli komünizm faaliyetlerinden
rahatsız olan yazar, şair ve tarihçi Hüseyin Nihal Atsız dönemin
Başbakanı Şükrü Saracoğlu'na hitaben, dönemin Milli Eğitim Bakanı
(Maarif Vekili) Hasan Ali Yücel, yazar ve gazeteci Sabahattin Ali ve
diğer bazı şahısları şikayet etmek üzere Orhun dergisinde 1 Mart 1944'te
ve bir ay sonra 1 Nisan 1944'te iki açık mektup yazar.
Yayımladığı iki “açık mektup”ta Atsız, II. Dünya Savaşının sonuna doğru
Sovyetler Birliği’nin savaşı kazanma sürecine girmesi üzerine Türkiye’de
artan komünist etkinliklerine dikkat çeker ve özellikle bunların eğitim
alanında yapacağı yıkıcı etkileri açıklayarak, bu kötü gidişe bir
“dur!” denilmesini ister. “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye” hitap eden
mektuplarının ikincisinde Atsız, özellikle Millî Eğitim alanındaki
komünist etkinliklerini ve faillerini ele alır, onları sırasıyla tanıtır
ve yazısının sonunda o etkinlikleri destekleyen zamanın Milli Eğitim
Bakanını istifaya davet eder.
Atsız’ın yayınladığı ikinci mektuptan sonra Sabahattin Âli, Nihal Atsız aleyhine hakaret davası açar. (1)
26 Nisan 1944'de başlayan mahkemeye dönemin üniversite
gençliği çok yoğun ilgi gösterir. Mahkeme heyeti duruşma salonuna
zorlukla girer. Mahkeme 3 Mayıs 1944 gününe ertelenir.
3 Mayıs 1944 günü üniversite gençliği Nihal Atsız'a destek vermek
amacıyla İstiklâl Marşı söyleyerek ve komünizm aleyhinde sloganlar
atarak büyük bir gösteri düzenler. Mahkeme salonuna giremeyen gençler
Ulus'a yürür. O zaman Ulus'ta bulunan Başbakanlık binasına giderek
Başbakan (Başvekil) ile görüşmek isterler. Başbakan ile görüşemeyen
gençler Anafartalara yönelir. Dönemin hükümeti bu gösteriyi şiddetle
bastırır. 3 Mayıs'taki gösterilere katılan gençler birer birer tespit
edilip toplanır ve tutuklanır.
Sonraki günlerde devam eden duruşmalar da olaylı olur. 9 Mayıs’taki son
duruşmada ise, Atsız 4 ay hapis ve 66 lira para cezasına mahkum olur.
Ancak cezası tecil edilir.
Bu dava sonrası ülkede yayınlanan basın organlarında Türkçülük ve
Turancılık karşıtı yazılar artar. Bakanlar Kurulu, 18 Mayıs 1944 günü,
Anadolu Ajansı aracılığı ile bir “resmî tebliğ” yayımlar. Milli Şef
İnönü o yılın 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde Türkçüleri
ve Türkçülüğü yargısız infaza tabi tutan bir nutuk verir. Milli Şef
henüz soruşturma evresinde olan, haklarında bir dâvâ bile açılmamış
bulunan kişileri peşin olarak mahkûm eder ve bütün suçları vatan ve
milletlerini sevmek olan o genç insanları “fesatçı”, “vatan haini”
olarak nitelendirir.
Mahkeme nedeniyle Ankara'da bulunan Atsız 9 Mayıs’ta, Reha Oğuz
Türkkan’la birlikte tutuklanır. Bu şekilde kamuoyu bu konuda
hazırlanırken ülke genelinde Türkçülerin evlerinde aramalar ve
tutuklamalar başlar. Çoğu Ankara ve İstanbul’da bulunan, yurdun değişik
yerlerinde görevli olan veya yaşayan bazı kişiler de, ya Atsız’a mektup
yazmış olmaları ya da Orhun dergisinin açtığı ankete katılmış
bulunmaları bahane edilerek, tutuklanır.
Tutuklamalar sürerken nihayet 19 Mayıs günü tüm gazetelerde gizli bir
Turancı örgütün ortaya çıkarıldığı haberi yayınlanacaktır. Tutklananlar o
sırada sıkıyönetim uygulanmakta olan İstanbul'a götürülür.
Tutuklulardan sivil olanlar Sirkeci’deki, o yıllarda Emniyet Müdürlüğü
olarak kullanılan Sansaryan Hanı’na, asker olanlar ise o zaman
İstanbul’un Tophane semtinde bulunan Askerî Cezaevine kapatılırlar.
Tutuklanan siviller Sansaryan Han'ın son katında bir yatağın ancak
sığdığı hücrelerde bazen iki kişi kalma zorunda bırakılır. Tutukluyu
Sansaryan Hanı’nın bodrum katındaki “mezarlık hücresi”nde konuk etmek
uyğulanan diğer bir işkence şeklidir. Atsız bu beş hücreden birinde bir
hafta tutulmuş, bu sürede şapkası küf bağlamıştır.
Başka bir etkili işkence yöntemi, hoşa gitmeyen ifadeler veren ve/ya
hazır yazılı ifadeleri imzalamayan tutukluları, “tabutluk” veya “mutena
hücre” denilen, dik tutulan tabut biçim ve oylumundaki oyuklara
tıkmaktır. Çatı katındaki bu hücrelere yola getirilmesi düşünülen
tutuklu oraya ayakta olarak sokulur, kollarından ve bacaklarından
zincirlerle bağlanarak duvara asılır, kapısı kapatıldıktan sonra
tepedeki ışık yakılır, işkence edilen “pes” edinceye veya bayılıncaya
kadar orada tutulur.
Türkçülerin bu tabutluklar da aç ve susuz, 48 saat kalanları veya orada
birkaç kez konuk edilenleri vardır. Türkçülerden o işkenceye, Reha Oğuz
Türkkan, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Hamza Sadi Özbek ve Osman
Yüksel lâyık görülmütür.
Dayak, falaka, küfür yaygın ikence türlerindendir. Bunlardan nasiplenen
birçok Türkçü tutuklu vardır. Onların biri Sait Bilgiç, bir diğeri de
Mehmet Külâhlıoğlu'dur. Hikmet Tanyu’ya uygulanan başka bir işkence,
başına tabanca dayanarak yapılan tehditdir. İşkencelerden Prof. Dr. Zeki
Velidî Togan’ın payına da verildiği hücreyi haşerelerden temizlemek
düşer.
Tophane’deki Askerî Cezaevinde tutulan sanık adayları bu tür maddî
işkencelere uğramazlar. Ancak bu cezaevinde de şartlar çok kötüdür.
Yapılan işkenceleri sorumlulardan mahkeme savcısı da mahkemede kabul
etmiştir. Ayrıca, ‘Türkçülük Dâvâsı’nın ilk soruşturmaları sırasında 15
çeşit işkence uygulandığını belirleyen Hikmet Tanyu, uzun uğraşıları
sonunda, işkence ve zulümlerin dâvâ konusu yapılmasını başararak bunları
yapanların yargılanması yolunu açmış fakat işkenceciler, 1950 yılında
Demokrat Parti iktidarının çıkardığı af kanunundan yararlanıp
yargılanmaktan kurtulmuşlardır(!).
3 Mayıs 1944'de Ankara’da yapılan bu görkemli gösteri ve yürüyüş,
Sovyetler Birliğinin II. Dünya Savaşını sonlandıran bir zafer kazanma
yolunda ilerlemesi karşısında, o zamana kadar yürüttüğü Alman yanlısı
politikaya yön değiştirme telâşına düşen Milli Şef ve emrindekilere iyi
bir fırsat gibi görünmüştür.
Bu dönemde yayınlarında Türk dünyasına ilişkin yazı, yorum ve haberlere
çokça yer veren Türkçüler, tutsak Türklerin büyük çokluğu işgalindeki
topraklarda yaşayan Sovyetler Birliği yöneticilerini zaten tedirgin
etmektedir. Türkçülük aleyhine bir kampanya açılması ve başlıca
Türkçülerin tutuklanıp cezalandırılması, Sovyetlere yönelişe, yani
SSCB’nin kandırılabilmesine (!) yarar diye düşünülmüştür.
Tarihimize “Turancılık” veya 'Türkçülük' davası olarak geçen dava
İstanbul 1. Sıkıyönetim (Örfi İdare) Mahkemesinde görülür. 7 Eylül
1944'de başlayan toplam 23 sanığın yargılandığı dava 65 oturum sürer ve
29 Mart 1945 Perşembe günü karar verilir. Verilen kararla 13 sanık
beraat eder, aralarında Prof. Dr. Zeki Velidî Togan, Hüseyin Nihal
Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Alparslan Türkeş'inde bulunduğu on sanığa 10
yıla kadar uzanan değişik hapis ve sürgün cezaları verilir.
Daha sonra dava Askerî Yargıtay’a taşınır. Yüksek Mahkeme 31 Ekim 1945
tarihinde İstanbul 1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nin bu kararını “usul ve
esas yönünden” bozar ve davanın 2. Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmesini
karar verilir. Bu karar, 26 Ekim 1945 günü, yıldırım telgrafı ile
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına bildirilerek tutukluların hemen
salıverilmesi sağlanır. Böylece, kimi Türkçüler için 1 yıl beş buçuk ay
süren hapis ve zindan hayatı sona erer.
26 Ağustos 1946 tarihinde başlayan ikinci yargılama sonunda 31 Mart 1947 tarihinde bütün sanıklar beraat eder.
Bu sonuç, davayı “icat eden” ve onu Türkçülere zulüm için bir alet
olarak kullananları, özellikle de Milli Şef İnönü’yü ve Milli Eğitim
Bakanı (Maarif Vekili) Hasan Ali Yücel’i, hiç memnun etmemiştir. İnönü,
bundan kaynaklanan kızgınlığını, bu karardan sonra yaptığı bir Askerî
Yargıtay ziyaretinden, mahkemenin başkanı ve kendisinin kırk yıllık
arkadaşı olan Orgeneral Ali Fuat Erden‘in odasına uğrama nezaketini
göstermeden ayrılarak ortaya koyar. Zaten, Erden Paşa ile Askerî
Yargıtayın öteki üyeleri Tümgeneral Kemal Alkan ve Tugğeneral İsmail
Berkok, kısa süre sonra emekliye sevkedilirler.
Türkçülük Günü
3 Mayıs'ın ilk yıldönümü olan 1945 senesinde o sıralarda Tophane'deki
Askerî Cezaevinde tutuklu bulunan bir grup Türkçü tarafından bu
yıldönümü anılır. Daha sonraki yıllarda ise çeşitli törenlerle
kutlanmaya devam edilir ve Türk milliyetçilerinin bir geleneği olarak
“Türkçülük Günü” kutlanmaya devam eder.
03 Mayıs 1944 ve onu izleyen olaylar Türk milliyetçiliği tarihinin
önemli kilometre taşlarından biridir. O günü izleyen günler ve yıllar,
Türk milliyetçilerinin bir cehennem hayatı yaşamasına sebep olmuş ve
1949’a kadar süren bu devlet terörü günleri Türkçülük hareketinde yeni
bir uyanışın ışığı durumuna dönüşmüştür. Türkçülük, Türk kamuoyu ve
toplumu ile o gün yapılan gençlik yürüyüşü ve gösterisinde tanışmıştır.
Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Tarihler bin dokuz yüz kırk dördü gösterdi,
Atsızım Bozkurtlara buyruğu verdi,
Yiğitçe buyruğa gönül verdiler,
Alparslanlar, Kokanlar, Orkun, İdiller,
Yürüyün, yürüyün haydi yiğitler,
Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Büyük Türk Milleti senin bayramın.
Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Dilde birlik, işte birlik, fikirde birlik,
Sağlanırsa o zaman kurulur dirlik,
Yürü yiğit yürü bugün senin günündür,
Bugün düğün günün, bayram günündür,
3 Mayıs Türkçünün düğün günüdür,
Haydi 3 Mayıs, Türkçüler Turancılar elele,
Büyük Türk Milleti senin bayramın.
(1) Sabahattin Ali’nin, savcıya ve Konservatuar Müdürü Orhan Şaik
Gökyay’a “Ben dâvâ açmayacaktım, Hasan-Âli bey böyle istedi” itirafında
bulunmuştur. Ayrıca Sabahattin Aliyi bu konuda Ulus gazetesi başyazarı
ve milletvekili Falih Rıfkı Atay’ın kışkırttığı da bilinir.