30 Kasım 2014 Pazar

Osmanlı'nın Torunları Olma İddiasındakiler Fatih'in Kemiklerini Sızlatmaya Devam Ediyor!

Ortodoks Fener Rum Patrikhanesi’nin kurucusu Aziz Andreas'ı anma yortusunda yer alan Papa Franciscus, ayinin ardından Patrik Bartholomeos ile patrikhane balkonuna çıkarak ortak selam verdi.

Papa Franciscus: "Tam bir birliğin kurulması için karşılıklı ve en temel prensibin saygı olduğunu tekrar vurgulamak benim için önemlidir. Bu, ne birinin diğerinin yönetimi altına girmesi ne de asimile olmak demektir" derken, Patrik Bartholomeos: "Artık ayrı ayrı hareket etme lüksüne sahip değiliz" mesajı verdi.

Papa ve Patrik ayrıca ortak deklarasyona da imza attı.






28 Kasım 2014 Cuma

Kayser-i Rum

Büyük fethin ertesi günü, 30 Mayıs 1453 Çarşamba.

Fatih Sultan Mehmed'in fermanları okunuyor İstanbul'un her yerinde.

Korkuyla saklanan halkın cesaretle ve hiçbir şeyden çekinmeden meydanlara çıkmaları, kaçanların evlerine dönmeleri, mallarının, canlarının, ırzlarının, din ve mezhep hürriyetlerinin, örf ve adetlerinin tamamen Türk kanunlarının teminatı altında bulunduğu ilan edilmekte.

Fatih'in İstanbul'a girişi (Fausto Zonaro)



Büyük Türk Hakanı II. Sultan Mehmed Han Gazi, Bizans ileri gelenlerine çok büyük iltifat ve ihsanlarda bulunur. 30 Mayıs günü, Büyük Duka Lukas Notaras'ın ziyaretine iade-i ziyarette bulunur. Hasta olan prenses hanımının hatırını sormak için Bizans İmparatorundan sonra iki numaralı şahsiyetin sarayına gider.

Takip eden günlerde Bizans ileri gelenleri toplanarak Georgios Skolarios'u "Gennadios" adıyla "Ortodoks Cihan Patriki" seçer.

Fatih Sultan Mehmed bu seçimi onaylar. Patrik'i yemeğe davet eder, kendisi ile dini ve felsefi sohbette bulunur.

Birkaç gün içerisinde mağlup olmuş Bizans'ın yaraları sarılır ve bu mağlup Bizans başkentinin halkının sevgisini ve saygısını kazanır.

Partiklerin devlet protokolünde vezir rütbesine eşit rütbede yer almasını emreder. Osmanlı İmparatorluğu yıkılıncaya kadar Patrik bu rütbesini muhafaza eder.

1 Haziran Cuma günü Hıristiyanların en büyük mabedi olan, o günlerde 800 rahip ve hizmetkarın bulunduğu Ayasofya'da ilk cuma namazı kılınır. İstanbul'un manevi fatihi Ak Şemseddin, Padişah adına hutbe okur. O günden sonra Ayasofya cami olur ta ki Cumhuriyet dönemine kadar.

Aynı gün Patrik seçilen Gennadios'un seçimi onaylanmıştır.

Fatih Sultan Mehmed, artık Ortodoks'luğun tek koruyucusu ve Roma İmparatorudur (Kayser-i Rum/ Asya ve Roma İmparatoru).

Bu sayede Fatih Sultan Mehmed, Katolik ve Ortodoks alemlerinin birleşmesine ebediyyen set çekmiştir. Bütün tarihçiler eğer Fatih, Ortodokslara din bakımından zorlama yapsaydı, Ortodoksların Katoliklere yakınlaşmalarına ve onların kucağına düşmesine neden olacaktı demektedir.

Fatih Sultan Mehmed'in bu hareketi din ve vicdan hürriyetinde en önemli safhalardan birisidir. Özgürlükler konusunda mangalda kül bırakmayan batılılar, Fatih'in 1453'deki bu seviyesine hala gelebilmiş değildir.

Kendisinden önceki Papa olan Benedictus'un tartışmalar yaratan istifasının ardından 2013 Konklavı'nda, Aziz Petrus'un 265. halefi olarak Papalık görevine getirilen Katolik aleminin lideri Papa Franciscus, Cumhurbaşkanı'nın resmi davetlisi olarak, bugün ülkemizi gelerek 30 Kasım'a kadar sürecek bir ziyaret gerçekleştirecek.

Tarih: 28 Kasım 1979.
Papa II. Jean Paul Türkiye’ye geldi. Ziyaret 30 Kasım’da bitti.

Tarih: 28 Kasım 2006.
Papa 16. Benedikt Türkiye’ye geldi. Ziyaret 30 Kasım’da bitti.

Bugün, Tarih: 28 Kasım 2014.
Papa Francesco Türkiye’ye geliyor. Ziyareti 30 Kasım'da bitecek.

Neden 30 Kasım? Çünkü 30 Kasım sabahı Ortodoks Fener Rum Patrikhanesi’nin kurucusu Aziz Andreas Yortusu yapılıyor ve ülkemizi ziyaret eden Katolik aleminin lideri papalar, Ortodoksların bu anma ayinine katılıyor. Sizin anlayacağınız Katolik ve Ortodoks aleminin birleşmesi için adımlar atılıyor.

Galiba Fatih Sultan Mehmed'in ebediyyen aralarına set çektiğini düşündüğümüz Katolik ve Ortodoks alemleri ebediyyen ayrı kalmayacak. Kimin sayesinde? Elbette Fatih'in torunları olduğunu söyleyenler sayesinde.

27 Kasım 2014 Perşembe

İstanbul’da fethettiğim yerleri yabancılara satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar!

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra kenti gezerken, kapalı bir mekândan inilti duyar. Fatih, sesin sahibini oradan çıkartıp, yanına getirtir ve neden hapsedildiğini sorar.

Adam, gelecekten haber veren bir keşiş olduğunu, kuşatma sırasında İstanbul’un Türklerin eline geçeceğini söyleyince, Bizans imparatorunun gazabına uğradığını ve bu nedenle hapse atıldığını söyler.

Fatih keşişe, İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkmayacağını sorar. Aldığı cevap şöyledir.

“İstanbul, Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak. Lâkin öyle bir zaman gelecek ki, mülk ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.

Fatih, bu sözler üzerine ellerini havaya kaldırarak şu bedduada bulunur.

İstanbul’da fethettiğim yerleri yabancılara satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar.”

Kaynak: İstanbul Risaleleri 2. Cilt ,Prof. Süheyl Ünver,  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları. (Bu eser Receb Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan'ın önsözü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanmıştır.)

14 Kasım 2014 Cuma

ABD, Suriye'ye Tohum Ambargosu Uygulamaya Başladı!

Soner Yalçın bugünkü Sözcü Gazetesindeki "Irak'a silahla Türkiye'ye yasayla girdiler" başlıklı yazısında tohum konusunu ele alıyor (http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/iraka-silahla-turkiyeye-yasayla-girdiler-647549/). Sayın Yalçın yazısında Irak işgali sonrasında Iraklı köylülerin elindeki son doğal tohumların, insanlığın! geleceği için Norveç’te 4.5 milyon tohum örneği bulunan, “Svalbard Kıyamet Tohum Deposu”na taşıdığını belirtiyor. Ben de bu yazımda Norveç'te bulunan bu tohum deposundan bahsetmek istiyorum.

"Svalbard Küresel Tohum Deposu" Norveç'in kuzeyindeki Spitsbergen adasında, bir buzdağının 130 metre altında inşa edildi ve Mart 2008 ayında faaliyete başladı. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi amaçlayan bu depoda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 4.5 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu'na 1100 kilometre uzaklıktaki Spitsbergen adasındaki bu depoda bazı tohumlar bin yıl saklanabiliyor. Bu depo her türlü saldırıya, nükleer patlamaya ve depreme dayanıklı olarak inşa edildi. O nedenle Sayın Yalçın'ın belirttiği gibi bu depoya “Svalbard Kıyamet Tohum Deposu" deniyor. Gelecekte olabilecek bir nükleer savaş, deprem, tufan ve meteor çarpması gibi herhangi bir durumda tohumları korumak bu deponun inşasının görünen amacı.

Ancak bu konuda bazı dehşet verici kuşkular var. Bunlardan ilk sırayı, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO'lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohum üreticisi şirketlerin, dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme niyetlerinin olduğu şeklindeki kuşku alıyor. Bu projenin sponsörlerinin kimliklerine ve geçmişlerine bakıldığı zaman bu kuşkunun hiçte yabana atılacak cinsten olmadığı görülüyor.

Bu deponun işleticisi Global Crop Diversity Trust. Bu kuruluşun 2007-2012 yılları arasında başkanlığını yapan Kanada'lı Margaret Catley-Carlson, bu görevden önce New York merkezli Population Council'de (Nüfus Konseyi) görev yapmış. Nüfus Konseyi'nin kuruluş amacı ne derseniz, bu Konsey 1952'de John D. Rockefeller tarafından, dünya nüfusunu azaltmak amacıyla kuruldu ve gelişmekte olan ülkelerde "aile planlaması" adı altında kısırlaştırma! çalışmaları yürütüyor.

Global Crop Diversity Trust'un diğer yöneticileri ile ilgili bilgilere internet sitesinden ulaşabilirsiniz. Ben bu kuruluşun en büyük sponsörlerinden birisini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu kuruluşun en büyük sponsörü Bill-Melinda Gates Vakfı'nı kurup kendini Asya ve Afrika'daki çiftçilere adayan! Microsoft'un kurucusu Bill Gates. Diğer sponsörler kim diye mi soruyorsunuz. Ama olmaz ki biraz da siz araştırın. Neyse ikisinin adını verelim, DuPont Pioneer Hi-bred, Monsanto diyerek bu konuyu bitirelim. Bunlar da kim mi? Bunlar dünyanın en büyük tohum ve tarım kimyasalları devleri.

Evet! Gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelere GDO'lu tohumları yayarak geleneksel tohumların kökünü kazıyanlar, Norveç'in kuzeyinde ki bir adada geleneksel tohumları saklamak için milyonlar harcıyorlar. Neden acaba? Yoksa ilerde olabilecek kıyamet! durumlarında dünyanın onlara muhtaç olmasını sağlamak için mi?

Bu arada Irak'ın ABD tarafından işğalinde o güne kadar Sümerler'den beri gelen buğday tohum çeşitlerinin yer aldığı Ebu Garib'teki buğday tohumu deposunun, Bağdat'taki müzeler gibi ilk yağmalanan yer arasında olduğunu hatırlatayım. Irak'a demokrasi getirmekle (!) buğday deposu ne alaka değil mi? Bağdat'ta bu yağmalanan tohumların şimdi nerede olduğunu yazmama gerek yok herhalde!

Rockefeller Vakfı'nın ve diğer benzeri kuruluşların üstün ırk yaratma için kullandıkları Öjenik (Eugenics) biliminin bugünkü adı Genetik Mühendisliği'dir. II. Dünya Savaşın'da Hitler'in mali destekcisi de Rockfeler Standard Oil Group'dur. Gen mühendisiliği ile üstün ırk yaratılırken, istenmeyen ırkların sistematik olarak da yok edilmesinin mümkün olduğunu tahmin edersiniz.

1939 yılında Harlem'de Negro Projesi'ni Aile Planlaması Enternasyonel'in (Planned Parenthood) kurucusu ve Rockefeller ailesinin dostu Margaret Sanger başlatmıştı. Amaç elbette istenmeyen ırk olan zencilerin ortadan kaldırılmasıydı.

Tohum deposundan nereye geldik. Ama ilgisiz değil. California'da bir firma, ABD Tarım Bakanlığı'ndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla, genetik mühendisliği yoluyla erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiğini açıklamıştı. Anladınız mı sözü neden tohum deposundan buralara getirdiğimizi.

Sadece tohum değil elbet. Başka bir örnek, 1990'larda BM Sağlık Örgütü (WHO), Nikeragua, Meksika ve Filipinler'de 15-45 yaş arası milyonlarca kadına tetanoz aşısı yapılması için kampanya başlattı. Erkeklerde tetanoz olabilir. Ama aşı sadece kadınlara yapıldı. Bu durum şüphe ile karşılandı ve aşı incelendiğinde doğal bir hormon olan hCG içerdiği ve tetanoz aşısıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını önleyen bir antikor ürettiği ortaya çıktı. Bu aşının spronsörleri kimdi biliyormusunuz? Rockefeller Vakfı, Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü, tohum deposunun olduğu Norveç Hükümeti. Tetanoz aşısı kampanyası sadece bu ülkelerde mi uygulandı sanıyorsunuz. Günümüzden örnek olarak Kenya'yı verebilirim. Aynı şekilde 14-49 yaş arası kadınlara uygulanıyor. Erkeklere uygulanmıyor. Son yıllarda dünya çapında ve ülkemizde de uygulanan aşılama kampanyalarını dı siz hatırlayın artık!

Sayın Yalçın'ın yazısında  bahsettiği Hindistan'da binlerce çiftçinin intihar etmesine, milyonlarcasının böbreğini satmasına neden olan projenin de arkasında da Rockefeller Vakfı vardı. "Yeşil Devrim" (Green Revolution) adıyla Hindistan ve Meksika gibi ülkelerde çiftçilerin elindeki tohumların alınıp yüksek verimli ıslah edilmiş hibrid tohumlar verilerek, her sene yeni tohum almak zorunda bırakıldı. Hibrid tohumları, GDO'lu tohumlar izledi. Bu yeni tohumlar kimyasal gübrelere ihtiyacı getirdi. Bu da çiftçileri petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getirdi. Bu şirketler de Rockefeller ve benzeri grubların kontrolündeydi. Pestisit ilaçlar kullanmak zorunluğu da artık ekmek kadayıfının üzerinde ki kaymak oluyordu.

Hindistan ve Meksika'da bu proje uygulandı. Şimdi de Afrika'da aynı proje uygulanıyor (http://www.gatesfoundation.org/How-We-Work/Resources/Grantee-Profiles/Grantee-Profile-Alliance-for-a-Green-Revolution-in-Africa-AGRA). Amaç aynı yüksek verimli ! GDO'lu tohumları ve tarım kimyasallarını yaygınlaştırmak. Bu defa projenin sponsörü Bill-Melinda Gates Vakfı.

Plan başarıyla işliyor. Dünyanın, birkaç tohum devinin kölesi olacağı günler çok uzak değil! Bugüne kadar silah, petrol gibi ürünlere ambargo koyan başta ABD ve diğer batı ülkeleri, yakında istedikleri şekilde hareket etmeyen ülkelere tohum ambargosu da koyarsa süpriz olmayacak.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Üzüntülü, Tasalı, Mihnetli ve Belalı yer!


Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının beşinde doğdu.

Doğduğu zaman  babası Hz. Ali, daha önce kardeşine koyduğu gibi O'na da "Harb" ismini koydu. Resullullah Aleyhisselam geldi. "Gösteriniz oğlumu bana! ne isim koydunuz Ona?" buyurdu. Babası Hz. Ali "Harb ismini koydum" dedi.

"Hayır! O, Hüseyin'dir!" buyurdu.

Peygamberimiz O'nun ismini koyarken kulağına ezan okudu.

Doğumunun yedinci günü sünnet ettirildi.

Hz. Abbas'ın hanımı Ümmülfadl süt annesi idi.

Peygamberimiz bir gün O'nun ağladığını işitince annesi Hz. Fatma'ya "O'nun ağladığına üzüldüğümü bilmiyormusun?" buyurdu.

Peygamberimiz O'nun hakkında:

"Hasan ve Hüseyin'i seven beni sevmiş, onlara kin tutan da, bana kin tutmuş olur!"

"Hüseyin, bendendir! Ben'de Hüseyin'denim! Allâh'ı seven Hüseyin'i sever!"

buyurdu.