20 Temmuz 2022 Çarşamba

Jazz ve Blues arasındaki fark nedir?

Geçen Bursa Nilüfer Agora'da  her ayın üçüncü pazar günü kurulan Antika Pazarında arkadaşlarla plaklara bakarken ayaküstü jazz (*) ve blues'un farkını konuştuk. Onun üzerine bu konuda kafa karışıklığı olanlara yararlı olacağı düşüncesiyle bu satırları karalamaya karar verdim.

Müziğe yeni başlayanlar için jazz ve blues çok benzer görünebilir ve kolayca karıştırılabilir. Gerçek şu ki, iki türün birçok benzerliği var, ancak müzik stillerinin özü, kökenleri ve stil seçimleri aslında çok farklı.

Burada bazı temel farklılıkları ve bu müzik tarzlarını kendi başlarına benzersiz kılan şeylere bakacağız.

Müziği, müziği yapan şeyin kültürel tarihi, kökenleri ve kullanılan enstrümanlar hakkında düşünmek belki de en etkili yönlerdir. İşte bazı ilk farklılıklar.

Kültürel kökenler

Jazz: Erken 20. yüzyıl kökenleri, Güney ABD'deki kültürlerin (Afrikalı Amerikalı ve Avrupa) bir karışımı.

Blues: 19. yüzyılın sonlarında kökenler, çoğunlukla güney ABD'den.

Üslup kökenleri

Jazz: Kiliseden, evden, işten Afrika ve Avrupa müzik tekniklerinin ve geleneklerinin harmanlanmış bir karışımı.

Blues: Afro-Amerikan kiliselerinden ve manevi şarkılardan gelen manevi kökenleri olan Afro-Amerikan halk müziği.

Kullanılan aletler

Jazz: Gitar, Piyano, Bas, Saksafon , Trompet , Klarnet , Bateri, Tuba, Kontrbas.

Blues: Gitar, Bas, Piyano, Armonika, Kontrbas, Davul, Saksafon, Vokal, Trompet, Trombon, keman.

Elbette jazz ve blues arasında yukarıda listelenenlerden daha fazla fark var.

Müziğin odak noktası

Örneğin, jazz müziğinin ana odak noktasının enstrümanlar ve sesle yaratılan inanılmaz dinamik arasındaki ilişki olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, jazz müziğinde genellikle hiçbir şarkı sözü bulunmaz ve bunun yerine enstrümanları sesin tam ortasına yerleştirir. Ancak blues müziği için, müzik boyunca birçok kişisel ve duygusal şarkı sözü içeren tek bir gitarist veya vokalist bulacaksınız.

Müziğin ritmi ve tonu

Bir diğer önemli fark, müziğin tonu ve ritmidir. Jazz müziği genellikle blues müziğinden çok daha canlı ve iyimserdir. Jazz genellikle sallanan ve sallanan hareketlerle, canlı atmosferlerle ve hatta soyut, öngörülemeyen gürültüyle ilişkilendirilir. Ancak blues melankolik, keskin ve yavaştır ve müziğin formatı genellikle bir şarkıdan diğerine çok benzer gelebilir.

Müziğin tanımı

Jazz çok öngörülemez olduğu ve birçok farklı biçim, hız, ton vb. alabildiği için - çok kolay ve çoğu zaman diğer müzik türleriyle karıştırılabilir. Bunların başında blues müzik geliyor. Belki de bu iki türün birbiriyle bu kadar sık ​​karıştırılmasının nedeni budur, çünkü jazz bu kadar esnek ve 'tanımlanmamış' olsa da, başka bir müzik türünün alanına kolayca sığdırılabilir.

Jazz ve blues den bahsedince birer güzel örnek dinlemek gerekir.


Jazz için;

Louis Armstrong

Ella Fitzgerald Louis Armstrong - Summertime

https://www.youtube.com/watch?v=xHAfhPrrKHA

Blues için;
 

B.B. King

B.B. King - The Thrill Is Gone
https://www.youtube.com/watch?v=CzUgX-HB9tA

Müzikle kalın.


(*) Türkçe'de caz olarakta yazılıyorsa da ben bunu olduğu gibi kullanmayı tercih ediyorum.

29 Mayıs 2022 Pazar

Fatih'in Mezarında Kemikleri Sızlıyor! Haberiniz Varmı?

İstanbul'un fethinin yıldönümü kutlanıyor. Bir çağ kapatıp bir çağ açan insanlık tarihinin en önemli olaylarından biri. Bu olayın kahraman komutanı Sultan Mehmet Han. Bugün Osmanlı'yı dillerinden düşürmeyen bugünkü iktidar bu büyük Fatih'in mezarlarında kemiklerini sızlatıyor. Nasıl mı anlatalım.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra kenti gezerken, kapalı bir mekândan inilti duyar. Fatih, sesin sahibini oradan çıkartıp, yanına getirtir ve neden hapsedildiğini sorar.

Adam, gelecekten haber veren bir keşiş olduğunu, kuşatma sırasında İstanbul’un Türklerin eline geçeceğini söyleyince, Bizans imparatorunun gazabına uğradığını ve bu nedenle hapse atıldığını söyler.

Fatih keşişe, İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkmayacağını sorar. Aldığı cevap şöyledir.

“İstanbul, Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak. Lâkin öyle bir zaman gelecek ki, mülk ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak.”

Fatih, bu sözler üzerine ellerini havaya kaldırarak şu bedduada bulunur.

“İstanbul’da fethettiğim yerleri yabancılara satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar.”(1)

Medyada sürekli görüyorsunuz İstanbul'un parsel parsel yabancılara satıldığını.

Sadece bu mu büyük Fatih'in mezarında kemiklerini sızlatan? Hayır.

Fener Rum Patriği Bartholomeos'un da katılımı ile Trabzon'un Maçka ilçesindeki  Sümela Manastırı'nda Hristiyan Ortodokslarca son oniki yıldır her 15 Ağustos tarihinde ayin düzenleniyor.

Ülkemizde bir çok kilise mevcut ve bu tür ayinler sürekli yapılıyor. Ancak bu kadar insan ve Patrik bu kadar zahmete girip Sümela Manastırına kadar zorlu yolu çıkıp neden burada ayin yapıyor. Ve özellikle de neden 15 Ağustos tarihi seçiliyor.

Çünkü, İstanbul'un Fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet 15 Ağustos 1461'de, 257 yıldan beri Trabzon'da saltanat süren Trabzon Bizans Comnenus hanedanını yok etmiştir. Onun için 15 Ağustos tarihinde Trabzon Sümela manastırında bu ayin düzenlenir. Patrik bu kadar zahmete girip bu ayine katılır. Amaç Trabzon Bizans Devletini diriltmektir.

Osmanlı'yı dilinden düşürmeyen bir iktidarda bu ayinlere izin vermiştir ve cennet mekan Fatih Sultan Mehmet'in kemiklerini mezarında sızlatmakta beis görmemektedir.

Burada, büyük veli Sarı Saltuk'u hatırlamadan geçemeyeceğim. 1260'lı yıllarda kendi doğdukları topraklardan 10 binlerce kilometre uzaktaki Karadeniz kıyılarına ve Dobruca civarlarına gelerek yerleşen Sarı Saltuk ve beraberinde 12000 çadır Türkmen, İ'lâ-yı Kelimetullah için yani Allah'ın adını yüceltmek için mücadele etmişler, insanları İslam'a çağırmışlardır. Rumeli topraklarında ilk İslâm tohumlarının yeşermeye başlaması bu yüce ruhlu alperenler sayesindedir. Sarı Saltuk ayrı bir makale konusudur.

Sarı Saltuk vefatında kendisi için oniki tabut hazırlanmasını vasiyet eder. Adamları Sarı Saltuk'u yıkayıp kefenledikten sonra, evinin yanına getirirler. On bir tabut daha hazırlanır. Çünkü Sarı Saltuk, ölümünden sonra on iki yerde makamının olacağını kendilerine söylemiştir. Çevredeki bey ve sultanlara bir tabut verilir. Tabutu alan, Saltuk'un cesedinin kendisinde olduğunu görür ve ülkesine dönerek cenazeyi defneder.

Saltuknâme'ye göre, Sarı Saltuk'un tabutunu alarak ülkesine götüren sultan ve beyler şunlardır: Tatar Hanı, Eflâk, Boğdan, Rus, Üngürûs (Macar), Leh (Polonya), Çeh (Çek), Bosin (Bosna), Beravati (Hırvat), Karnata. Babadağ'a ve Edirne'ye gömülen tabutlarla mezar sayısı on ikiye ulaşmaktadır.12 Sarı Saltuk'un defni ile alâkalı olarak, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi'nde, Hacim Sultan ve Hacı Bektaş velâyetnâmelerinde onun için birden çok tabutunun hazırlandığı, küçük farklılıklarla da olsa, benzer şekilde anlatılmaktadır.

Balkanların farklı noktalarında Sarı Saltuk'un türbeleri, o yöre insanları için, önemli bir ziyaret mekânı olma özelliğini hâlâ korumaktadır.

Sarı Saltuk'un bu türbeleri o toprakların müslümanlara ve Türklere ait olduğunu gösteren tapulardır.

Fakat ne gaflettir ki aynı düşünceyle Sümela'da ayin düzenleyerek Trabzon, Maçka, Sümela, Karadeniz bizimdir demek isteyenlere izin verilmektedir. Ülkemizde ki milyonlarda bundan bi haberdir. Zaten onlar neyin farkıdadırlar ki.

Daha önce de defalarca yazdık ama birileri tarafından duyulmuyorsa ve ihanete devam ediliyorsa tekralayalım ki ahirette Büyük Fatih Sultan Mehmet Han ile karşılaşırsak yüzüne bakacak durumumuz olsun.

(1) Kaynak: İstanbul Risaleleri 2. Cilt ,Prof. Süheyl Ünver,  İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları. (Bu eser Receb Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan'ın önsözü ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanmıştır.)

18 Mart 2022 Cuma

Ölü bir Fransız Sömürge Askerinin Üzerinden Çıkan “Mushaf-ı Şerif”

Bugün 18 Mart Çanakkale Zaferinin 107. Yıldönümü. Bugün gazete manşetlerinde 18 Mart Çanakkale Zaferi açılışı yapılacak olan "1915 Çanakkale Köprüsü" haberleriyle yer buluyor. Gördüğüm kadarı ile sadece Milli Gazete'de köprü haberi yok. Sadece Çanakkale Zaferinin yıldönümü haberi var gazetenin sol üst köşeşinde.

Çanakkale Savaşı dünyanın en büyük donanmasının, en büyük ordularının yenildiği ve hüsrana uğradığı bir savaştır. Bu savaşta askerlerimizin yurdumuzu ve özellikle payitaht olan İstanbul'u düşman işgalinden korumak için verdikleri kahramanca mücadeleyi anlatan birçok kaynak eser mevcuttur.

Ben bugün İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkelerin her zaman yaptığı ve Çanakkale'de de başvurduğu müslümanı müslümana kırdırma gayretlerine Çanakkale Savaşından bir örnek vermek istiyorum.

 Ahmet Halit Üngör

Ahmet Halit Üngör Çanakkale Savaşlarına katılmış bir Başkomiser'dir. Okuma yazma bildiği  için Çanakkale Savaşı ile ilgili bir günlük tutmuştur.

Ahmet Halit Üngör 7 Nisan 1915 günü  Haydarpaşa 'dan Gülcemal Vapuru ile Çanakkale’ye hareket etmiş, 16 saat yolculuktan sonra, ertesi gün sabah Çanakkale’ye  gelmiştir. Şimdi Ahmet Halit Üngör'ün günlüklerinden bir bölümü aktarmak istiyorum:

“Yatıyorduk, zırhlıların şiddetli ateşiyle uyandık. Kumkale’ye Fransızlar asker çıkardı. Koşar adımla, mermi yağmuru altında ve avcı hattı ile Beşike limanında siperlere yerleştik. Düşman buraya ihraç yapamadı. Kumkale’de göğüs göğse muharebe oluyor. Saat 16.00’da taburumuza, Kumkale’deki düşmanı denize dökme emri verildi. Bir saat kadar silahla, sonradan süngü hücumu yaptık ve 17.15’de başladığımız savaşı 21.00’de karanlıkta bitirdik. 14 Nisan 1331/1915

Sabah ortalık aydınlandı, düşmanın topraklarımızı karanlıkta boşaltmış olduğunu gördük. Binlerce Fransız ölüleri ve hayvan leşleri, silahlarla doluydu. Ölü bir Fransız sömürge askerinin üzerinden çıkan “Mushaf-ı Şerifi” bir hatıra olmak üzere aldım.  15 Nisan 1331/1915”

Ahmet Halit Üngör, bu olayı daha sonra oğlu Etem Ruhi Üngör’e şöyle anlatmıştır:

 “Siperde bulunduğum bir sırada düşman tarafından bir askerin  sıçraya sıçraya bize yaklaşmakta olduğu görüldü. Bizim erattan gören birkaç asker bu düşmana ateş etmeye başladılar. Vurulamıyordu. O, ateş  etmeden sıçrayarak yaklaşıyordu. Anlaşılan, bomba atma mesafesine girince el bombası atacaktı. Ben silahımı doğrultup ilk atışımda bu düşman  askerinin debelendiği görüldü. Vurulmuştu. Sürünerek yanına gittim, ölmüştü. Fransız üniformalı siyahî bir askerdi. Üzerini aradım, Kuran’ı bulunca,  Müslüman olduğunu anlayınca üzüldüm, ama ben onu öldürmeseydim o beni, hem de sebepsiz yere geldiği benim topraklarımda öldürecekti. Ah  bu sömürgeci İngilizler, Fransızlar...”


İngiliz ve Fransızlar Çanakkale Savaşında sömürgelerinden toplandığı binlerce müslümanı Çanakkale'ye getirmiş ve cepheye koymuştur. Bu durumun ortaya çıkması üzerine müslüman sömürge askerleri genellikle cephe gerisine alınmıştır.

Bahse konu Kuran, Çanakkale Abidealtı Müzesine oğlu Etem Ruhi Üngör tarafından hediye edilmiştir.

Kanal savaşına katılan Ahmet Halit Üngör, bahse konu savaş sırasında İngilizlere esir düşmüş ve üç buçuk yıl kadar esir kalmıştır. Kendisiyle birlikte esir düşen 89 subay ve 543 erle birlikte 18 Nisan 1335/1919 tarihinde esaretten kurtularak İstanbul’a gelmiştir. Emniyet Teşkilatına girmiştir.

Çanakkale'de şehit olan bütün askerlerimize, bu hatıraların bize ulaşmasını sağlayan Ahmet Halit Üngör'e ve  Çanakkale'de şehit olan büyük dedeme Allah (cc) tan rahmet diliyor önlerinde saygıyla eğiliyorum. 

1915 Çanakkale Köprüsü hakkında ne düşündüğümü mü merak ediyorsunuz. İstanbul İzmir Otobanı açıldıktan sonra ve sadece iki dini bayramda bir yoğunluk oluşan Çanakkale Boğazı geçişine bu köprüyü yapmak tam bir israf ve bu ülke kaynaklarının birkaç müteahhide aktarıldığı birçok projelerden birisidir. 

13 Mart 2022 Pazar

YouTube'da Müzik dinlemeyi bırakın lütfen

Ciddi olarak söylüyorum kendinize bir iyilik yapın ve YouTube'da müzik dinlemeyi bırakın. Siz daha iyisini hakediyorsunuz.

Bazen müzik videosunu izlemek, yeni sanatçıları keşfetmek veya nadir eserleri dinlemek için YouTube bir seçenek olabilir. Ama kesinlikle müzik dinlemek için ana platform olarak kullanmayın.

Neden diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Herşeyden önce YouTube'da müzik dinliyorsanız, muhtemelen müziğin hakkını veremeyen bir dizüstü bilgisayar veya PC hoparlörlerinden dinliyorsunuz. En iyi ihtimal güzel bir kulaklık veya bir hi-fi sistemden dinliyorsunuz. Böyle bir durumda bile, kendinize büyük bir kötülük ediyorsunuz ve ruhunuzun gerçekten özel bir şeyi deneyimleme yeteneğini reddediyorsunuz. İşte nedeni;

YouTube'da tüm sesler sıkıştırılmıştır (yaklaşık olarak 126 kbps AAC'ye kadar), ki bu kendi içinde o kadar da kötü değildir. AAC sıkıştırması düşük bit hızlarında kulağa hoş gelebilir. Bununla birlikte, kaynak dosyalar olarak yetersiz sıkıştırılmış videolar kullanıldığında bir sorun haline gelir.

Gerçek şu ki, sıkıştırılmış -özellikle kötü sıkıştırılmış örnekler- duygusal olarak insanda aynı etkiyi yaratmaz. Kötü sıkıştırılmış müzik cansız ve bozuk gelebilir ve bu, duygular sözkonusu olduğunda darbe etkisi yapar.

MP3'ün yükşelişi ile birçok insanın içine düştüğü bir tuzak plak, kaset ve CD'lerimizi bir kenara atıp MP3 formatında müzik dinlemeye başlamaktır. Şimdi lütfen düşünün. En son ne zaman MP3'te, YouTube'da ve hatta Spotify'da bir müzik parçası sizi ürpertecek kadar duygulandırdı? Müzikle ciddi bir bağlantısı olan herkes bu duyguyla ilişki kurabilir ve bunu hissetmeyeli epey zaman geçtiğini düşünüyorum. Dönüş yolu var; tek yapmanız gereken YouTube'u kapatmanız! Plak, kaset, CD dinlemeniz.

Müzik güçlü bir şeydir; heyecanlandırma, ilham verme ve hatta stresi azaltma yeteneğine sahiptir.

 Müzik beynin gıdası gibidir – onu alabileceği en iyi şekilde beslemeniz gerekmez mi?

Son olarak, bir dinleme platformu olarak YouTube – hatta Spotify – hakkında hissettiklerimi özetleyecek olursam, şöyle söyleyebilirim:

YouTube'da müzik dinlemek, fast food tüketmek gibidir. Hızlıdır, ucuzdur ve açlığınızı bir miktar giderir, ancak sonuçta tatminsiz kalırsınız. Kendinize bir iyilik yapın ve gerçek müziği yeniden keşfedin; Tıpkı gerçek yiyecekler gibi, daha pahalıya mal olacak ve daha fazla zaman alacaktır, ancak nihayetinde uzun vadede daha tatmin edicidir.

12 Mart 2022 Cumartesi

Bu kış sert geçecek.

Bizim meteroloji her ne kadar bazı zamanlarda saat farkı hatası yapsa da tahminleri genellikle doğru çıkıyor. Şu ana kadar bu defada doğru tahminde bulundular. Meteroloji deyince bir fıkra aklıma geldi.

Kızılderililer sonbaharda yeni seçilen genç büyücüye gidip sorarlar:
- Bu kış nasıl geçecek ?
Modern dünyanın adetleriyle yetişmiş genç büyücü eskilerin sırlarını bilmediği için kışın nasıl geçeceği konusunda hiçbir fikre sahip değildir. Ne olur ne olmaz diye işi sağlama almak ister :
- Bu kış sert geçecek!

Sonra kendisi de merak edip meteorolojiyi arar :
- Sizce bu kış nasıl geçecek?
Meteorolog:
 - "Sert geçecek gibi görünüyor” der.
Bu söz üzerine genç büyücü kabileye haber gönderir :
- Kış çok sert geçebilir.
Kabile tekrar odun toplamaya başlar. Genç büyücü bir süre sonra meraklanıp meteorolojiyi yine arar :
- Bir gelişme var mı, durum nedir ?
Yetkili cevap verir :
- Valla bu kış daha öncekilere benzemeyecek galiba. Çok sert geçecek.
Genç büyücü kabileyi toplar :
- “Daha çok odun toplayın, kış çok sert geliyor!”.
Kabile ormana yayılır, harıl harıl odun toplamaya başlar. Bir süre sonra büyücü meteorolojiyi tekrar arar.:
- Bir değişiklik var mı ?
Yetkili “Valla ben böylesini görmedim. Feci bir kış geliyor” der.
Genç büyücü “Hayret!” der, “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”
Meteorolog, biraz da endişeyle “Kızılderililer” der, “Harıl harıl odun topluyorlar. Hiç bu kadar toplamamışlardı.”

Güzel günler dilerim.