İslam aleminde en büyük ihtilaf konularından birisi hilafettir. Bazıları hilafetin Ehl-i Beyt'e ait olduğu görüşündedir. Özellikle Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın hilafetini tanımazlar. Hilafetin Ehl-i Beyt'e ait olduğu konusundaki önemli delillerinden birisi Peygamberimizin Veda Haccı dönüşünde Gadîr-i Hum denen mevkide yaptığı hutbedir. Bu hutbede Hz. Ali'yi halife olarak tayin ettiği söylenir. Bu gün bazı gazetelerde konunun gündeme getirildiğini gördüm. Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre olay nasıl gerçekleşmiş sizlerle paylaşmak istedim. Doğrusunu en iyi elbette Allâh (cc) bilir.
Peygamberimiz ve müslümanlar veda Haccını yaptıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar.
Peygamberimiz, Mekke ile Medine arasında bulunan Gadîr-i Hum vadisinde Cuhfe mevkiinde konakladı.
Gadîr-i Hum'da bulunulduğu sırada müslümanlar namaza çağrıldı.
Bölgedeki iki ağacın altları temizlendi. Peygamberimiz için bir gölgelik hazırlandı. Peygamberimiz orada öğle namazını kıldı. Müslümanlara hitap etmek üzere ayağa kalktı.
Allâh'a hamd-ü senada bulundu.
O gün, Kıyamet gününe kadar olup bitecek şeylerin hiçbirini bırakmaksızın haber verdi.
Vaaz ve nasihatte bulundu. Sonra da:
"Ey İnsanlar, Haberiniz olsun ki: ben de, ancak bir insanımdır.
Çok sürmez, yüce Rabbımın Elçisi, bana gelecek ve ben de, onun davetine icabet edeceğim.
Ben size iki ağır emanet bırakıyorum.
Onların birincisi: yüce Allâh'ın kitabıdır ki Onun içinde hidayet ve Nur vardır.
Yüce Allâh'ın Kitabını tutunuz ve ona sımsıkı sarılınız!
İkincisi de: Ehl-i Beytim'dir.
Ehl-i Beyt'im hakkında, size Allâh'ı hatırlatırım!
Ehl-i Beyt'im hakkında, size Allâh'ı hatırlatırım!
Ehl-i Beyt'im hakkında, size Allâh'ı hatırlatırım!"
buyurdu.
"
Ey İnsanlar! Siz ne üzerine şahadet edersiniz?" diye sordu.
"
Allâh'tan başka ilah bulunmadığına şahadet ederiz!" dediler.
Peygamberimiz "
Sonra?" diye sordu.
"
Muhammed Aleyhisselamın da, Allâh'ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederiz!" dediler.
Peygamberimiz "
Sizin Veliniz kimdir?" diye sordu.
"
Bizim Velilerimiz, Allâh ve Allâh'ın Resulüdür!" dediler.
Peygamberimiz "
Ey İnsanlar! Benim, Müminlere öz nefislerinden önce geldiğimi biliyorsunuz değil mi?" diye sordu.
"
Evet! Ya Resullullâh!" dediler.
Peygamberimiz "
Ey İnsanlar! Benim, Müminlere öz nefislerinden önce geldiğimi biliyorsunuz değil mi?" diye tekrar sordu.
"
Evet!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz, Hz. Ali'nin elinden tutup:
"Ben, kimin Mevlâsı isem, Ali'de, onun Mevlâsıdır!
Allah'ım Ona dost olana, dost ol! Düşman olana, düşman ol!
O'na yardım edene, yardım et!
diyerek Allah'a yalvardı.
Hz. Ömer, Hz. Ali ile karşılaşınca:
"Ey Ebu Talib'in oğlu! ne mutlu sana!
Sen, sabahladığında da, akşamladığında da, erkek, kadın bütün Müminlerin Mevlâsısındır!" diyerek onu kutladı.
Bu bilgiler en büyük hadis kitabı olan Ahmed bin Hanbel'in Müsned'inden.
Bu noktada Mevlâ kelimesinin manalarını da belirtmekte yarar var.
Mevlâ kelimesi "
Mâlik, Köle, Köle âzad eden, Azad edilmiş köle, sahip, Amcazâde ve benzeri akraba, komşu, Müttefik, Oğul, Amca, Konuk, Ortak, Kızkardeşin oğlu (yeğen), Vekil-i umur., Mürebbi, Yardımcı, İn'am ve ihsan edici, İn'am ve ihsan olunmuş, Dost ev ahbab, Tabi, damad, Ulu kişi" gibi çeşitli anlamlara gelmektedir.
Ayrıca geçmişte ve günümüzde İslam aleminde Hz. Ali'yi sevmeyen yoktur.