Seçimler geçti. Kimsenin oyunu etkileme gibi bir ihtimalim yok. Artık yazabilirim. Önce sizlere bazı alıntılar yapmak istiyorum.
“Türk vatanını bütün hain ve muzlim yabancı unsurlardan temizlemek dâvasında ana ölçü: “Ya bizden ol, ya bizden ayrıl”dan ibarettir”
Biz millet olarak çok çabuk unutan bir milletiz. Daha güncel bir alıntı yapalım.
“İyi maksatla ağız tatlılandırmak, gazete ve mecmua okumak, arkadaşlarla buluşmak ve oraları da bir tenbelhane ve (enerji) mezbahası haline getirmemek şartiyle yeni tipte pasta ve çay salonları müstesna, eski kahvehane tipinin çerçevesi içinde her şey yasaktır.”
Bunların size tanıdık gelen söylemler olduğunu tahmin ediyorum.
Bu alıntılar Necip Fazıl Kısakürek’in 1968 yılında yazdığı ve “Bu
eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim… ” dediği “İdeolocya Örgüsü”
adlı eserinden.
Şimdi aynı eserden alıntılara devam edelim.
“Kanunun birşey söylemediği yerde “Başyüce”nın emri, kat’îdir.”
"Başyüce”nin bir emriyle hükûmet değişir.
“…adalet onun adına dağıtılır.”
"Başyüce”, bütün icra vasıtalarının ve bütün şubeleriyle ordunun başıdır. Başbuğ, doğrudan doğruya “Başyüce”nin vekilidir.
"Yüceler Kurultayı” beş yıl için seçtiği “Başyüce”yi tekrar intihab edebilir.
“.. cemiyet iradesini temsil adına, dünyanın her yerinde örnekleri bilinen millet meclisleri yerine, bir “Yüceler Kurultayı” vardır.”
"Yüceler Kurultayı”, milletin; dinde, fikirde, sanatta, ilimde, siyasette, müspet bilgilerde, ticarette, askerlikte, idarede, işde, hulâsa insan kafasının arayıcı hamlelerini ve idrak çilelerini plânlaştıran her sahada, eser, keşif, görüş, terkip ve dâva sahibi (aksiyon)cu güzidelerinden örülüdür.
"Yüceler Kurultayı” nın mânası, milleti, en ileri düşünenlerinin ve en iyi yapanların kadrosunda özleştirmektir.”
“Başyücelik Hükûmeti, bir Başvekil ve onbir vekilden mürekkeptir.”
“Din işleri reisliği, ve seferde Başbuğluk ve hazarda Başkurmaylık; doğrudan doğruya “Başyüce”nin o sahalardaki icra ve temsil hakkına izafetle, müstakil ve hükûmet üstü mahiyettedir. “Başyüce”nin reislik edeceği veya “Başyüce”yi temsilen Başvekilin lüzum göstereceği Vekiller Heyeti toplantılarına, bu iki iş kutbu da, en ehemmiyetli söz ve fikir hakkiyle katılır.”
“Temyiz mahkemesi, devlet şûrâsı, muhasebât divanı gibi teşekküller, devlet ve hükûmet siyâsetinde hiçbir fiilî mevkii ve hakları bulunmayarak ve bütün hareketiyetlerini sadece kendi mevzuularındaki kanunlardan alarak, daima “Başyüce”ye izâfetle, Vekiller Heyetine karşı her bekımdan müstakildir.”
“Vekiller Heyeti âzâsını, "Başyüce"nin "Yüceler Kurultay"ından seçeceği bir Başvekil, "Başyüce"nin tasdikine arzetmek suretiyle tâyin eder, hükûmet üstü müstakil devlet organizmalarının başları, daima "Başyüce" tarafından tâyin edilir.”
Bu kadar alıntı yeter. Sizden bu eseri ve özellikle “VIII- DEVLET VE
İDARE MEFKÛREMİZ” adlı bölümünü okumanızı tavsiye ederim.
Şimdi 24 Haziran seçimlerine günler kala medyaya düşen “Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı” yapısına bakın. Benzerlikler
görüyorsunuz değil mi?
Hangisini yazayım “Cumhurbaşkanı”
yada “Başyüce”, “Yüceler Kurultayı” yada “ Starteji ve Politika Kurulları”, “Bakanlıklar” neredeyse sayıları bile aynı, müstakil ve hükümet üstü
mahiyette Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet işleri Başkanlığı.
Sizce 24 Haziran seçimleri ile artık uygulama safhasına
geçen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”
bazılarının iddia ettiği gibi bir ucube mi yoksa Necip Fazıl’ın bir
ütopyasının hayata geçirilmesi mi? Bence Necip Fazıl’ın ütopyasının hayata
geçirilmesi. Bugüne kadar hiç bir siyasinin bunu dile getirmemiş olması da
siyasetin ne kadar cahil insanlar elinde olduğunu göstermiyor mu?
Bundan sonraki adımları merak ediyorsanız yapılacak
tek şey var Necip Fazıl’ın bu eserine
bakmak.
Yeni sistem hakkında ne mi düşünüyorum. Anlatayım.
Kısaca halkın eğemenliği demek olan "demokrasi" benim için bir ütopyadır (eski Yunanca'da demos=halk ve kratos=egemenlik). Bugün çağdaş demokrasi olarak tanımlananlar esasen plütokrasi (eski Yunanca plutos= zenginler ve kratos (iktidar) yani çıkar ve baskı gruplarının egemenliğidir.
Kısaca halkın eğemenliği demek olan "demokrasi" benim için bir ütopyadır (eski Yunanca'da demos=halk ve kratos=egemenlik). Bugün çağdaş demokrasi olarak tanımlananlar esasen plütokrasi (eski Yunanca plutos= zenginler ve kratos (iktidar) yani çıkar ve baskı gruplarının egemenliğidir.
Kasım 2015 seçimlerinde bağımsız aday olmak için 10 bin 560 lira başvuru ücreti yatırmak gerekiyordu. Bu o zaman yaklaşık on aylık asgari ücret , benim neredeyse dört aylık
emekli maaşıma eşitti. Söylermisiniz kaç kişi bu ücreti
yatırıp aday olabilir? Seçime girse bile yapacağı masrafları siz hesaplayın. Ayrıca görüyoruz TBMM ni halk mı şekillendiriyor yoksa
parti liderleri mi?
Batı ülkelerinde demokrasi var ama diyecek olursanız oralarda da demokrasi
olduğuna inanmıyorum. Batı ülkelerinde halkın refah seviyesi yüksek olduğu için
kendisini kimin yönettiğiyle çok ilgilenmiyor. Batı ülkelerinde seçimlere
katılım oranı bunu açıkça gösteriyor.
Her zaman söylediğim şudur. "Adil" bir sultan, kral adına ne
derseniz deyin yönetimi demokrasiden daha
iyi olabilir. Özetle demokrasi denen ütopya yerine Necip Fazıl’ın ütopyası gelmiş fark eder mi? Tabi eğer zenginler yani çıkar ve baskı gruplarına dahil değilseniz.
Burada en önemli nokta rahmetli Necip Fazıl’ın eserinde tarif
ettiği gibi “… her edâsı ve işi, “ben milletimin, görünürde en ahlâklı, en bilgili
ve en akıllı ferdiyim!” diye ilân edecek…” bir “Başyüce” yada “Cumhurbaşkanı”dır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder