Spikere hak vermemek elde değil. Azerbaycan'da kardeşlerimiz Ermenilere karşı bir savaş veriyor, ama bu Türkiye'nin gerek hükümeti, gerek medyası ve gerekse vatandaşları arasında gündeme gelmiyor. Bu Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde kan kardeşlerine karşı yaptığı ilk ayıp değil elbette.
Iğdır ilimiz sınırları içerisinde sınırı teşkil eden Aras nehri üzerinde bir köprü vardır. Adı Boraltan Köprüsü olan bu köprüyü Kars'ta görev yaptığım zaman bende ziyaret etmiştim. O zaman Türkiye ile henüz yıkılmamış olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında sınır teşkil eden Aras nehri üzerindeki bu köprünün hazin hikayesini ziyaretim esnasında bilmiyordum.
Olay 1944 yılında geçer. Stalin zulmünden kaçan 146 Azeri Türk (Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan Habertürk televizyonunda katıldığı bir programda Dışişleri eski Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil'in başka bir hariciyeci ile birlikte yazdığı bir kitapta iltica eden Azeri türk sayısını 407 kişi olarak belirttiğini söylemiştir.) öz kardeş saydıkları Türkiye'ye sığınmaya karar verip yola çıkar. Çeşitli badireleri atlatarak Boraltan Köprüsüne ulaşırlar. Köprüden geçerek Türkiye'ye iltica ederler ve sınır karakolundaki askerlerimize teslim olurlar.
Halk mülteci Azeri kardaşları'nı bağırlarına basar. Ankara'ya haber verilir. Herkes Azeri kardeşlerimizin kabul edileceğine emindir. Ancak Ankara'daki Milli Şefin;
"Misak-ı Milli hudutları dışında Türk unsuru kabul etmiyoruz!"
demeciyle Balkanlardan Kafkaslara bütün Türkler sarsılır.
Sovyetler, Azeri mültecilerin teslimi için bastırır. Ankara direnmez. Karar gecikmeden verilir: Geldikleri gibi giderler!
Karakol komutanı inanamaz. Emri defalarca teyit ettirir. Ancak Ankara’dan kesin ve net emir gelir, “Azerileri teslim edin”. Durumu anlayan Azeriler, Türk askerlerinin boynuna sarılıp yalvarır, “Ne olur bizi teslim etmeyin. Bizi burada siz kurşuna dizin, kendi toprağımızda, kendi öz gardaşımızın, kendi bayrağımızın altında bizi öldürün” derler. Ancak Ankara’dan gelen emir nettir.
Azeri mülteciler sınırı geçince öldürüleceklerini anlatırlar. Ama sesleri Ankara'dan duyulmaz. İltica eden 146 Azeri Türk zamanın hükümetinin emriyle trenlere doldurarak sınırından Ruslara teslim edilir. Azeri kardeşlerimiz Kars'tan geçerken, istasyon kenarındaki evlerde birçok insan bu faciayı görür. Trendeki Azeri kardeşlerimiz trenin geçtiği yerlerde üzerlerinde ne kadar kıymetli eşya varsa trenin pencerelerinden halka atar. Sadece üzerlerinde gömlek ve pantolonları kalır.
İltica eden 146 Azeri Türk sınırı geçtiklerinde Sovyet askerleri tarafından makineli tüfeklerle taranarak kurşuna dizilir.
Karakol komutanının bu elim manzara sonrasında intihar ederek canına kıydığı söylenir.
Bu olayında üstü de 'Mavi Alay' gibi örtülür. Yıllarca dillendirilmez. Facia Ekim 1965'te yapılan seçim öncesinde Süleyman Demirel'in Adalet Partisi ve gazetesi "Adalet" tarafından 7 Ekim 1965 tarihinde gündeme getirilir. İmzasız başyazıda İnönü'nün 12 büyük günahı sayılırken Boraltan faciası da zikredilir.
Azerbaycan’lı Şair Almas Yıldırım, bu olayı “Dönek Kardeş” adlı şiirinde dile getirir:
Türk denince özü, sözü mert olur,Murat Darga 1998 yılında Boraltan faciası için aşağıdaki şiiri yazar.
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?
Ben diyorum, Kayıhan’dır soyumuz,
Bir kaynaktan varlığımız, boyumuz,
Dilim dili, yolum yolu, emel bir,
Bir bayrakta, yıldız’ımız, ay’ımız.
Azerî, Türk, Türkmen; var mı ayrılık,
Nerden doğdu bu imansız gayrılık?
Alnımın yazısı, karadır kara,
Karadan bir mendil yolladım yara,
Yol uzun, el uzak, yetişmez eller,
Türklüğün kanayan kalbini sara.
Felek kıymış beslenen bu dileğe,
Lânet Türk’ü hançerleyen bileğe.
Bir suç mu düşmana göğüs gerdiğim?
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim?
Rusların açtığı yaradan derin,
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm.
Seslenseydim, ses çıkardı her taştan,
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.
Kaçtır, eli kanlı çıktı oyundan,
Ne bilem, kahpelik varmış soyunda,
Girdiğim öz yurttan döndürülürken,
Kanımın aktığı sınır boyunda
Açan lâlelerden bir çelenk örsem,
Türklük dünyasına armağan versem.
Boraltan bir köprü,
Aşar geçer Aras'ı.
Yuğsan Aras suyuyla,
Çıkmaz yüzün karası.
Karası, Karası,
Merhamet fukarası.
Karası, karası,
Merhamet fukarası.
Düşman bekler karşıda.
Önüne kattı beni.
Can alınan çarşıda,
Kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri
Merhametsiz birine
Beni siz vursaydınız
Şu gavurun yerine
Şiirin değiştirilen ve yayınlanmayan son iki dörtlüğü şöyledir:
Dönüp seslendim geri.Daha sonra Esat Kabaklı bu şiiri seslendirir ve 2002 yılında çıkardığı Yalnız Türküler/ Göç adlı albümene kor. Bu ağıt'ı dinlemenizi tavsiye ederim. Boraltan Köprüsünü geçtikten sonra Sovyet askerleri tarafından kurşuna dizilerek şehit edilen kardeşlerimiz belki bizleri affeder.
Paşasına erine,
Beni siz vuraydınız,
Şu moskof'un yerine.
Bu imiş meğer istirahat,
Yordum kadere, kısmete.
Uyusun şimdi rahat, rahat.
Deyin öldüğümü İsmet'e.
O zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin Sovyetler Birliği'ne kafa tutacak güçte olmadığını söyleyecek olursanız, bugün Güçlü Türkiye'den söz edenler acaba avuç içi kadar Ermenistan'a karşı Azerbaycanlı kardeşlerimizin yanında durduklarını güçlü bir şekilde göstermiyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder