26 Nisan 2014 Cumartesi

Ele Verir Talkını Kendi Yutar Salkımı


Bugünkü gazetelerde Türkiye Başbakanı'nın 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı topraklarında meydana gelen Ermeni tehcir olayları hakkındaki açıklamasıyla ilgili olarak Fransa Başkanı Francois Holanda'ın “Taziye gerekiyordu ama yeterli değil. Ermeni soykırımı tanınmalı” şeklindeki demeci yer alıyor.

Soykırımın nasıl yapıldığını çok iyi bilen Fransa, Cezayir'de 1945-1962 yılları arasında yaptığı soykırımı unutmuş gözüküyor. Cezayir'i işgal ettikleri sömürge döneminde ülke nüfusunun üçte biri yaklaşık 1,5 milyon müslüman Arab Fransız askerler tarafından öldürülmüştür. Yıllardır Cezayir'lilerin bu soykırımın tanınması ve Fransa'nın Cezayir'den özür dilemesi yönündeki çağrılarına kulak tıkayan Fransa Türkiye'ye akıl veriyor. Fransa “bu olaylar geçmişte kalmıştır tarihçilere bırakılmalı” diyor. Türkiye ne diyor sözde Ermeni soykırmı hakkında. Bu konu tarihçilere bırakılmalıdır. Fransa söz konusu olunca tarihçilere bırakılacak, Türkler sözkonusu olunca siyasilere. Batılıların her zaman uyguladığı çifte standard. Tam “ele verir talkını kendi yutar salkımı” durumu.



Cezayir, 1529'dan 1830'daki Fransız işgaline kadar Osmanlı'ların yönetiminde kaldı. Cezayir'liler 1954- 1962 yıllarında verdikleri bağımsızlık savaşı sonunda ancak bağımsızlıklarını kazanabildiler. Bu bağımsızlık savaşı süresince 1,5 milyon Cezayir'li öldürüldü. Milyonlarca insan evlerinden yurtlarından ayrılarak daha güvenli gördükleri bölgelere gitti. Yüzbinlerce Cezayirli, Tunus ve Fas'a sığındı. Sınır boylarında kurulan mülteci kamplarında yoksulluk ve açlıkla hayatlarını sürdürmeye çalıştı.

Cezayir'lilerin Fransız sömürgecilere karşı verdiği bağımsızlık savaşında Ahmet Messali Hac, Ferhat Abbas, Şeyh Abdülhamid bin Badis önderlik etti. Bu liderlerden Ahmet Messali Hac solcu, Ferhat Abbas milliyetçi ve Şeyh Abdülhamid Bin Badis ise İslamcı kimlikleriyle öne çıkıyordu. Ortak noktaları Fransız sömürgeciliğine karşı olmalarıydı.

Cezayir Başkanı Abdülaziz Bouteflika 17 Nisan 2006 yılında Paris'te yaptığı bir konuşmada “Bedevi'miyiz, Arab'mıyız, Avrupalı'mıyız yoksa Fransız'mıyız bilmiyoruz artık. Fransızlar koloni döneminde bizim kimliğimizi de soykırıma tabi tuttular" demişti.

Ahmet Messali Hac'ın tutuklanması üzerine serbest bırakılması için 5 Mayıs 1945'te düzenlenen gösteriye 500 bin kişinin katılması üzerine Fransız'lar 8 Mayıs 1945'de başlayan olaylarda Cezayir'in Sétif and Guelma kasabalarında 45000 Cezayir'liyi öldürdü. Bu Sétif and Guelma katliamı diye geçti.

















Bu katliamlar sadece Cezayir'de mi yapıldı. Hayır! 17 Ekim 1961' de Cezayir'de bağımsızlık savaşı verenleri destekleyen Cezayir asıllıların Paris'te yaptığı gösterilerde Fransız polisi 200 ün üzerinde Cezayir asıllıyı öldürdü. Fransız polisi 13 bin Cezayir asıllıyı gözaltına aldı ve Paris yakınlarındaki bir stadyuma kapattı. 22 Cezayir'li idam edildi. Bu olaylar sırasında Cezayirli göçmenlerin yaşadığı mahalleler abluka altına alındı. Arama ve taramalarda insanlar kaybolmaya, Seine Nehri'nde kara derili insanların cesetleri görüldü.
Bu soykırım geçmişi olan Fransa Türkiye'ye akıl veriyor. Ama İstanbul'da sokaklara dökülenler "Hepimiz Ermeniyiz" derse Fransa'nın yaptığına da söz söylemeye hakkımız kalmıyor aslında.

Sırası gelmişken Türkiye Cezayir'lierin Fransa'ya karşı verdikleri bu bağımsızlık savaşında nasıl tavır aldı ona bakalım.

Tek parti iktidarındaki Türkiye Sétif and Guelma katliamlarına hiç tepki vermedi.

Cezayir bağımsızlık savaşı Türkiye basınında sadece birkaç haberle yer aldı.

Zaten 1952'de NATO'ya üye olan Türkiye'nin Fransa'nın sömürge politikalarını eleştirmesi hiç doğru olmazdı!

Bu yıllarda Türkiye'nin Cezayir'e tek desteği ne oldu dersiniz. Fransa 1930'da Fransa'nın Cezayir'i işgalinin 100. yıldönümünde dış temsilciliklerde kutlamalar yaptı. Türkiye Dışişleri elçiliklere gönderdiği yazı ile bu tür etkinliklere katılınmamasını istedi.

Fransa'yı eleştirmek bir yana, 1953'te Fransa'ya giden Adnan Menderes'e Légion d'Honneur Nişanı takıldı, Grand Cordon rütbesi verildi. Ardından ilk "Fransız-Türk Parlamenterler Dostluk Grubu" faaliyete geçti.

Dönemin hem Demokrat Parti iktidarına yakın Zafer ve hem de CHP'ye yakın Ulus gazeteleri hükümetin NATO üyeliği ve Fransa müttefikliğini desteklediler.
Cezayir bağımsızlık savaşına öncülük eden Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) 'nin silahlı kanadı Ulusal Kurtuluş Ordusu'nun (ALN) eylemleri Türkiye'de "tedhiş (şiddet, terör) hareketleri", "çapulculuk", "eşkıyalık", "isyan", "ayaklanma" olarak niteliyordu. Gazetelere göre konu Fransa'nın "iç işi" idi.

Sömürgecilik sonrası dönemde kurulan yeni ulus-devletleri, ABD ve Sovyetler Birliği'nin tasallutundan korumak için bir birlik oluşturmak amacıyla 18- 24 Nisan 1955'te Endonezya'nın Bandung şehrinde toplanan “Bandung Konferansı”nın en önemli gündem maddesi Cezayir oldu. Konferansa Türkiye ile birlikte 29 ülke katıldı. Türkiye'yi Demokrat Parti (DP) Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu temsil ediyordu. Zorlu, konferansın etkili üyelerinden Hindistan Başbakanı Nehru ile pek çok konuda tartıştı. Nehru NATO'yu sömürgeciliğin jandarması olarak nitelendirirken , Zorlu, NATO'nun gerekli olduğunu söylüyordu. Nehru sömürgeciliği kınarken, Zorlu esas tehlikenin komünizm olduğunu söylüyordu. Sonuç olarak Zorlu'nun şahsında Türkiye Cezayir'in ve diğer sömürge halklarının bağımsızlığına karşı çıkıyordu. Bu tutum, Türkiye'nin itibarını ezilen halklar nezdinde yerle bir etti.

Bandung'dan sonra Mısır'la Suudi Arabistan, Cezayir Meselesi'ni BM Güvenlik Konseyi'ne taşıdı. Türkiye Fransa ile birlikte hareket ederek aleyhte oy kullandı.

O zamanın ABD Demokrat Parti Senatörü John F. Kennedy'nin Temmuz 1957'de Cezayir'in artık sadece bir Fransız meselesi olmadığı, ABD'nin Cezayir'in bağımsızlığının yolunu açması gerektiği şeklindeki konuşması Türkiye'nin yeni rotasını belirledi.

O tarihten sonra Türkiye, Cezayir ve benzeri konularda Fransa ile birlikte hareket etmeyi bırakıp, ABD ile birlikte çekimser oyu kullandı. Aralık 1958'de BM'deki Asya-Afrika ülkeleri grubunun Cezayir'in bağımsızlığının hemen tanınması yönündeki önergesine çekimser oy verdi. Ancak bu sıradan bir oy olmadı. Çünkü önerge bir oy farkla reddedildi.Bu yüzden Cezayir'deki kanlı savaş üç yıl daha devam etti. Kısacası Türkiye dolaylı yoldan yüzbinlerce Cezayir'linin kanına girmiş oldu.

Bu oylamadan sonra Cezayirlilerin bağımsızlık talepleri daha da şiddetlendi. Cezayir ve Fransa tam bir savaş alanına dönünce Fransa çareyi, De Gaulle'ü göreve çağırmakta buldu. De Gaulle, Cezayir için "Bin Köy Projesi" adlı güya sosyal planını açıkladığında, Türkiye bunu "De Gaulle Mucizesi" diye alkışladı. Hâlbuki plan Cezayir'i modern bir sömürge haline getirmeyi amaçlıyordu.>
Türkiye, 19 Eylül 1958'de Kahire'de kurulan "Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti"ni de tanımadı. Türkiye meşhur "çekimser" oylarından birini, Aralık 1958'de BM'de Cezayir Meselesi'nin çözümü için, tarafları görüşmeye çağıran karar metni oylanırken verdi.

1959 yılının sonlarında, Arap Birliği üyesi ülkeler, BM Siyasi Komisyonu'na Fransa'nın, esir kamplarında tuttuğu Cezayirlileri imha ettiği yolundaki haberleri soruşturmak üzere bir komisyon kurulması kararının oylmasında da Türkiye çekimser oy kullandı.

Bu yıllarda Fransızların Cezayirlilere yaptığı sistematik işkenceleri dünya kamuoyu yine bir Fransız'dan, Fransa'nın Cezayir politikasını eleştirdiği için kendisi de bu işkencelerden nasibini alan gazeteci Henry Alleg'in 1958 'de yayınladığı Le Question (Sorgu) adlı kitabından öğrendi. Kitap ertesi yıl Türkçe'ye çevrildi Herhalde kitabın etkisiyle 1953'te kurulan "Türk-Fransız Dostluk Grubu"nun Başkanı, Nevşehir Milletvekili Münip Hayri Ürgüplü, görevinden istifa etti. Ancak tepkinin hepsi bu kadarla kaldı.

Türkiye'nin Cezayir politikası, ancak 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra değişikliğe uğradı. MBK Başkanı Cemal Gürsel, 31 Temmuz 1960'ta "Ben öteden beri Cezayirlilerin sarf ettikleri asilane ve kahramanca mücadelelerini yakın bir alaka ile takip etmekte idim" diyordu. Darbe hükümetinin Dışişleri Bakanı Selim Sarper de 23 Eylül 1960'ta BM Genel Kurulu'ndaki konuşmasında, Türkiye'deki yeni yönetimin Cezayirli bağımsızlık savaşçılarını daha aktif destekleyeceğinin işaretini vermişti. Ancak çok geç kalınmıştı.

17 Ekim 1961'de Paris'te başlayan olaylar Türkiye hariç dünya kamuoyunu ayağa kaldırdı. Asya-Afrika Grubu devletleri konuyu BM'ye taşıdı. 16 Kasım 1961'de 31 çekimser oya karşı 62 oyla kabul edilen tasarı, Fransa'yı Cezayir'in bağımsızlığını tanımaya ve hapiste tutulan kişilere adil davranmaya davet ediyordu. Türkiye'nin oyu hâlâ çekimserdi.

Sonunda Fransa pes etti ve Cezayir'de her gün 30-40 kişi öldüdüğü ve yüzden fazla bombanın patladığı bir ortamda 20 Mayıs 1961'de Evian-les-Bains şehrinde Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi ile görüşmeler yeniden başladı. Nihayet 19 Mart 1962 günü saat 12:00'de yedi yıldan fazla süren Cezayir bağımsızlık mücadelesinin resmen sona erdiği açıklandı.

8 Nisan 1962'de yapılan referandum da Fransızlar Cezayir sayfasını kapatmak için De Gaulle'e istediği geniş yetkileri vermek zorunda kaldı. Fransa otoriter Beşinci Cumhuriyet'e adımını atarken Cezayir'de 1 Temmuz 1962'de yapılan halkoylamasında Cezayir'in bağımsızlığı kabul edildi.

Cezayir 8 Ekim 1962'de BM'ye üye oldu. Türkiye basını bu süreci günü gününe ve Cezayirlilere sempati ile okurlarına aktardı. Ancak Türkiye Hükümet'i Cezayir'de büyükelçilik açmaya ancak 1963 yılının Şubat ayında karar verebildi.

1965'te Cezayir'in ilk cumhurbaşkanı Ben Bella'yı kansız bir darbe ile devirerek iktidarı ele geçiren Bumedyen'in ilk açıklamalarından biri, "Türkiye'ye dargın ve kızgın olduğuna" dairdi. Sizce haksız mı?

1985'de Cezayir'i ziyaret eden dönemin Başbakanı Turgut Özal 1950'li yıllarda BM oylamalarında Türkiye'nin takındığı tutum için Cezayir'den özür diledikten sonra Türkiye-Cezayir ilişkileri normalleşmeye başladı.

Türkiye Cezayir'in bağımsızlık savaşında böyle tavır aldı. Oysa 1920'de Fransızlar, Adana-Antep-Urfa yöresini işgal ettiklerinde, Fransız birliklerindeki Moritanyalı, Libyalı ve Tunuslu askerler ile brilikte Cezayirli askerler de topluca Türk tarafına geçmişler ve Fransızlara karşı Türklerin milli mücadelesine destek vermişlerdi (1).


(1) Milli Mücadele'nin kazanılmasından sonra da bu askerler Türk vatandaşlığına alındı, kendilerine bir miktar toprak verilerek Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde iskân edildi.

1 yorum:

  1. Ne diyeceğimi bilemiyorum ama güzel yazı olmuş.. En azından bilmeyene ve yeni nesil birşeyler öğrenir(riz) . Elinize sağlık

    YanıtlaSil