Cengiz İmparatorluğunun mirası devletlerden olan Altın Orda (Altın Ordu) devletinin devamı olan Kırım'daki kardeşlerimiz tarih boyunca özellikle Rusya İmparatorluğunun yıkılmasından sonra çok büyük zulümlere maruz kalmıştır. Rusya İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra 7 Nisan 1917 günü Akmescit'de Bütün Kırım Müslümanları Kongresi toplanmıştır. Bu toplantıya Kırım'ın çeşitli il ve köylerinden 1500'den çok kişi katılmıştır. Toplantıda Kırım Müslümanları Merkezi İcra Komitesi belirlenmiştir. Toplantı sırasında savaşta olan Numan Çelebi Cihan komitenin başkanı ve Kırım Müftüsü seçilmiştir. Ekim 1917 de Numan Çelebi Cihan Kırım Tatar Milli Kurultayının toplanmasını teklif etmiş ve teklif kabul edilmiştir. Yalta, Akmescit, Kefe ve Orkapı'dan katılan toplam 76 delege ile toplanan Kurultay 26 Aralık 1917 tarihinde Kırım Tatar Milli Kurultayı Kırım Yarımadasında Başkent'i Bahçesaray olan Kırım Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan etmiştir.
![]()  | 
| Bahçesaray | 
Ukrayna, Kurultay'ın kararını desteklemiş ancak Rusya'nın Bolşevik Hükümeti Kırım Tatar Kurultayı'nı ve Hükümeti'ni tanımamıştır. Süyren köyünün yakınlarında 40 bin kişilik Bolşevik ordusu ile savaşa giren 3 bin kişilik Kırım Halk Cumhuriyet ordusu yenilgiye uğramış, bunun ardından, Kırım'ı istila eden Bolşevikler Kırım Halk Cumhuriyeti'ni yıktıklarını ilân etmişlerdir. Kırım Halk Cumhuriyeti Hükümeti'nin Başkanı Numan Çelebi Cihan Akyar'da 23 Şubat 1918 idam edilmiştir.
Boşeviklerin işgalinden sonra Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Lenin'in Ocak 1924 de ölümü ve Stalin'in yerine geçmesiyle dört yıl kadar süren Tatarca okulların açılması, Tatarca gazete ve dergilerin yayımlanması şeklinde görülen özgürlük hali sona ermiştir. Belarusya'dan getirilen Yahudilerin Kırım'a yerleştirilmesine karşı çıkan lider Veli İbrahimov Şubat 1928 de tutuklandıktan bir kaç ay sonra idam edilmiştir. Aynı yıl Arapça Tatar alfabesi Latin alfabesi ile değiştirilmiştir. (Kiril alfabesine geçiş 1938 yılında olmuştur). 1930 da devlet kademelerindeki Tatarlar ayıklanmaya başlamıştır.
22 Haziran 1941 günü 3 milyon Alman askeri Sovyet topraklarına girmiş 21 Ekim 1941 tarihinde Kırım'ı anakaraya bağlayan bölgede Sovyetlerin yenilmesiyle Nazi orduları Kırım'ı işgal etmiştir. Kırım Türkleri Stalin zulmünden kurtulma ümidiyle Ankara hükümetinin teşvikiyle Almanya saflarında savaşa katılmıştır. Nazi'ler Kırım Tatarlarından daha ziyade istihbarat elemanı olarak yararlanmışlardır. Kırım Tatarlarından oluşan “Mavi Alay” denilen bir birlik kurulmuştur. Sovyet tarihçiler bu durumu Tatarların milletçe Sovyetler Birliğine ihaneti olarak görmüş, Tatar tarihçiler Tatarların Alman ve Rus zorbalığı altında ezildiğini söylemişlerdir. 1941 yılında Sovyet Kızıl Orduda 20 bin Kırım Tatar'ın bulunduğu bir tarihi gerçektir.
İşler tersine dönüp Almanların çekilmesiyle 8 Nisan 1944 tarihinde Kırım'a giren Kızıl Ordu Tatarları cezalandırmaya başlanmıştır. Binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edilmiş ölmüş bedenler günlerce idam sehpası olarak kullanılan Akmescit'in caddelerindeki ağaçlarda asılı kalmıştır. Esas kara gün 17-18 Mayıs 1944 gecesi olmuş Kızıl Ordunun mekanize birlikleri tüm Tatar köylerini sarmış ve halkı yanlarında çok az eşya ile birlikte tren istasyonlarına yönlendirmiştir. Havalandırması olmayan yük vagonlarına tıkılan binlerce insan, aç suzuz Orta Asya'ya doğru yola çıkarılmıştır. Sürgünlerin küçük bir kısmı Sibirya'da Urallar bölgesinde Udmurt ve Mari Otonom bölgelerine, büyük bir kısmı ise Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine olmuştur. Sürgünlerin sayısı konusunda farklı rakamlar bildirilmekle birlikte bu sayı 150 ile 200 bin arasındadır. Bu sürgüne maruz kalmış Kırım Tatar Türklerinin uğradıkları zulümler ayrı bir yazı konusudur.
Almanların çekilmesi sırasında Tatar Türkleri bulundukları topraklarda Rusların kendilerine hayat hakkı tanımayacağı düşüncesiyle kafileler halinde Alman ordusuyla birlikte Avrupa'ya göç ettimişlerdir. Almanlarda Kırım Tatarlarını fabrikalarda çalıştırılacak köle işçi gibi görmüşlerdir. Yerleştirildikleri ilk coğrafyada Kuzey İtalya'daki Pazulla bölgesidir. Kafkasya'da yaşadıkları coğrafyaya benzeyen dağ köylerine dağıtılmışlardır. Burada yeniden düzen kurabilecekleri umudunu taşımalarına rağmen bekledikleri gibi olmamış Müttefiklerin İtalya harekâtının gelişmesine paralel olarak Kırım Tatar Türkleri Alman ordularının daha hâkim göründüğü Avusturya'ya göç ettirilmiştir. Gönderildikleri yer Karnten bölgesinde Ober Drauburg çevresidir. Drau Nehri kıyısında kurulan çadırlarda, derme çatma barakalarda kalıyorlar Irschen Köyü'nden Delach'a kadar olan alana yayılmışlardır.
Ancak burada da huzur bulamadılar. Düzen tutturmaya çalıştıkları sırada Avusturya'nın işgalinde görev yapan 8. İngiliz Ordusu'na esir düştüler. Aslında bu esaret dahi 'kurtuluş' gibi görünüyordu Türklere. Almanya'yla birlikteliğin kendilerini yurtlarından ettiğini görmüşlerdi, Rusların eline düşerlerse katledileceklerini biliyorlardı. Avusturya'da yerleştirildikleri bölge onları tüm saldırılara açık hale getirmişti. İngiliz idaresinin kendilerini ister orada tutsun, ister adaya götürsün canlarını kurtaracağını sanıyorlardı. Birçoğu İngiliz komutanlığının müsamahasıyla Türkiye'deki akrabalarıyla temasa geçip Anadolu'ya göç edebileceği ümidine kapılmıştı. Akrabası olmayanlar dahi İngilizlerin izin vermesi halinde Ankara'nın kendilerini mülteci olarak kabul edeceği düşüncesiyle dilekçe hazırlamanın derdindeydi. Ama yanıldılar.
Bir aya yakın süre ihtiyaçları karşılanan ve kamp hayatına uyum sağlamaya çalışan Türkler, Londra'dan gelen, 'Rus birliklerine teslim edilmelerini öngören' emirle neye uğradıklarını şaşırdılar. 28 Mayıs 1945'te karar tebliğ edildi. İngilizler esirleri Sovyet birliklerine teslim etmek zorunda olduklarını, ancak Moskova'dan öldürülmeyeceklerine dair güvence alındığını açıkladılar. Oysa böyle bir güvence yoktu. Türkler bu tebliğ yapılırken bir yandan da kelepçelenerek İngiliz birliklerinin kontrolünde esirleri teslim alacak Rus askerinin geldiği Dellach kampına nakledildiler.
Rus birliklerine esir Türklerin savaş suçlusu oldukları ve teslim alındıktan sonra haklarında verilmiş genel emir gereği kurşuna dizilecekleri bildirilmişti. Türklere verilen tek seçenek Ruslara teslim olmaktansa bahar mevsiminde azgınca akan Drau Nehri'ne kendilerini atmalarıydı. Önce onlarca kadın çocuklarının ellerini tutup nehre atladı. Onları ailece suya atlayan gruplar izledi. Dualar, çığlıklar yükseliyordu kamptan. Nehre girenler girdaba kapılıp kısa sürede boğuldular. 7000 kişiden üç bini bir hafta içinde intihar etti. Sağ kalanlar Ruslar tarafından kafileler halinde yola çıkarıldılar. Ancak kafilenin Rusya'ya yaya olarak götürülmesi mümkün olmadığı ve Doğu Avrupa'da tren yolları tahrip edildiği için zorunlu olarak Türkiye üzerinden taşınmaları kararı verildi.
Türkiye'ye gitmek, Rusya'ya teslim edilecekleri kararı geçerliliğini koruduğu halde ümitlendirmişti esirleri. Ana vatanın onları ölümün kucağına atacağını düşünmüyorlardı. Bir şekilde diplomatik girişimler sonucu Anadolu'da kalacaklarını ümit ediyorlardı. Güçlükle temin edilen trene bu hayalle bindi hepsi. Edirne'ye yaklaştıkça seviç dalgası kapladı yolcuları. Rusların vagonlarda havalanma pencerelerini kapatmalarını dahi fazla önemsemediler. "Birkaç gün içinde Türk yetkililer açar kapıları çıkarır bizi. Göstermelik olarak bir süre mahkûm gibi tutarlar belki. Kurdukları kampı Ruslara gösterirler falan ama sonra serbest kalırız" diyorlardı. Bu hayal de bir anda yıkıldı. Türk sınırından girmelerine rağmen ne vagon kapıları açıldı, ne de kömür ve su ikmali hariç, yoldan geri kaldı tren. Ankara, Rus baskısı altında kuşatılmıştı adeta. Zihinlerden, gönüllerden geçen ne olursa olsun bu Moskova'nın temsilcilerine iletilemedi bile.
Türkiye tarafsızlık siyasetini terk edip son anda müttefikler safına katılmış Almanya'ya savaş ilan etmişti ama bu konuda Londra'nın desteği olmadığı takdirde bir şey yapamayacak haldeydi. Londra kendi derdine düşmüştü, Ruslardan esir Türkler lehine talepte bulunmayı aklından geçirecek durumda değildi. Tren Doğu Anadolu'da ilerledikçe esirlerin ümitleri önce şüpheye dönüştü, sonra panik başladı. Vagonlara muhafız olarak konulan askerlerden kendilerini vurmalarını isteyenlerin sayısı giderek artıyordu. Subaylar Ankara'dan gelen kesin emirle vicdanları arasında zorlanıyorlar, çaresizlik içinde kıvranıyorlardı. Kars'a ulaşıldığında esirler, "Bizi Ruslar öldüreceğine siz vurun" diye son kez yalvar yakar oldular subaylara. Askerlerin sinirleri isyan edecek kadar gerilmişti. Kırılan vagon kapaklarından bazı esirler Serder Abad Kızıl Çakçak baraj gölüne attılar kendilerini. Bir kez daha intihar izni çıkmış gibiydi. Ama 2000 kişi baraj gölünün öte yakasında Rus muhafızlara teslim edildi. Ve Ruslar Türk delegelerin orada bulundukları sırada gruplar halinde kurşuna dizmeye başladılar kafileyi. Son esir öldürülene kadar aralıksız sürdürdüler bu işi. Ankara tek bir tepki gösteremedi.
Olay delegeler tarafından rapor edildiğinde de üstü örtüldü bu ayıbın. O gün bugün açıklanmadı tutanaklar. Avusturyalılar tanık oldukları katliamın anısına Irschen Köyü'nde otoban yanında küçük bir anıt yapıp her sene mayıs ayı sonunda ölen insanların hatırasını canlı tutmaya dönük törenler düzenlediler. Almanya'da yaşayan Müslümanlar her sene mayıs ayı sonunda mahiyetini çok fazla bilmedikleri bir anma töreni için Münih Camii'nde bir araya geliyor. Türkiye ise bu olayı anımsatacak bir taş dikmekten dahi imtina etti. Belki utançtan belki umursamazlıktan. Oysa bu insanları Almanya yanında saf tutmaya yönlendiren nedenlerden en önemlisi bunu Berlin'e karşı 'iyi niyet kanıtı' olarak kullanan Ankara'ydı.
Kırım Tatar Türkleri geçmişte Nazi Almanya'sı ile Sovyet Rusya'nın arasında kaldığı gibi bugünde batı yanlısı Ukrayna yönetimi ile Rusya arasında kalmış durumda.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder